Sayfalar

19 Mayıs 2017 Cuma

Cübbeli Ahmet Hocadan Süper Bir Zikir

Cübbeli Ahmet Hocadan Süper Bir Zikir
"Subhânallâhi ve bihamdihi adede halkıhi, ve rıdâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi"


Anlamı : (Allah'ın  yarattıkları sa­yısınca, zatının rızasınca, arşının ağırlığınca ve kelimelerinin sayı­sınca, hamdiyle birlikte noksanlıklardan tenzih ederim)

Subhanallâhi ve bihamdihi

Bu tesbih ile ilgili iki Hadîs-i Şerif nakledeceğim sizlere:

“Rasûlullâh Salla’llâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

-Her kim günde yüz kere “subhanallâhi ve bihamdihi” derse; günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile, mahvolur ve bağışlanır..”

“Rasûlullâh birgün yanındakilere şöyle söyledi

-Allah’ın en en çok sevdiği kelâmı size bildireyim mi?

-Elbette haber ver Yâ Rasûlallâh!..

-Allah’ın en çok sevdiği kelâm “Subhanallâhi ve bihamdihi” den ibaret olan kelâmdır.”

Subhanallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rızâe nefsihi ve zinete arşıhi ve midade kelimatihi…

Anlamı:

Allah’ı halkettiklerinin sayısı, razı olacağı, arşının ağırlığı ve kelimelerinin adedince kendi hamdiyle tesbih ederim.

Bu şekilde tesbih etmenin ne fayda sağladığını da aşağıdaki Hadîs-i Şerîfte öğrenelim:

“Rasûlullâh Salla’llâhu Aleyhi ve sellem sabah namazını kıldıktan sonra, Cüveyriye Radı’yallâhu Anha’yı namaz kıldığı yerde bırakarak çıkıp gitti… Kuşluktan sonra döndüğü zaman baktı ki, Cüveyriye Radı’yalahu Anha hâlâ bıraktığı yerde tesbih çekmekle meşgul…sordu:

-Senden ayrılıp ,çıkarken bıraktığım yerde hâlâ tesbihe devammı ediyorsun?..

-Evet..?

-Ben senden sonra üç defa şu dört cümleciği söyledim ki; onlar senin söylediklerini tartıya konsa, ağır gelirler… O söylediğim cümlecikler şunlardır:

Subhanallâhi ve bi hamdihi adede halkıhi ve rızâe nefsihi ve zinete arşıhi ve midade kelimatîh.”

Subhanallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhu vallahu ekber vela havle vala kuvvete illa billahil aliyyil azîym.

Anlamı:

Allahım tesbihimle tenzih ediyorum... Hamd (mutlak değerlendirme), Allaha aittir... ve tanrı yoktur; ancak Allah... ve Allah Ekber’dir (nisbeten olan büyüklüklerden beridir)... Havl ve kuvvet ancak Aliy ve Azıym olan (bi-) Allah iledir.

Bu tesbihe devam etmenin ecri sevabını şöyle anlatıyor Hazret-i Rasûlullâh Salla’llâhu Aleyhi ve sellem:

“Bu şekilde zikir yapmam, üzerine güneşin doğduğu bütün yerlerden, dünya ve içindeki her şeyden daha sevgilidir.”

Bu tesbih ayrıca namazda da yapılır ki “TESBİH NAMAZI” denir

Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdu ve huve alâ külli şey’in kadiyr.

Ebû Ayyâş ez Zurakî Radı’yallâhu anh naklediyor…

“Rasûlullâh Salla’llâhu Aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-Kim sabahleyin, Lâ ilâhe illallâhu vahdehulâ şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadiyr, derse; o kimse için İsmail (Aleyhi’s Selâm)’ın evlâdından bir köle azâd etmiş kadar sevap alır… O kimsenin on hatası silinir, on derece terfi eder ve o gün akşama kadar o kimse şeytandan korunmuş olur!..

-Akşamleyin de bu zikri okuyunca, ertesi günün sabahına kadar anılan şeylerin bir mislini kazanır!..”

Lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü, yuhyi ve yumiytü ve huve hayyun lâ yemutü ebeden biyedihil hayr, ve hüve alâ külli şey’in kadiyr.

“Kim bu şekilde Allah’ı tesbih ederse ve bunu sırf Allah’ı böyle bildiği için derse , Allah onu naim Cennetine koyar” buyrulu

Subhanallâhi ve bihamdihi subhanallâhil aziym, estağfirullahe ve etübu ileyh

İbni Abbâs Radı’yallâhu anh, Rasûlullâh Salla’llâhu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu nakletti:

“Kim Allah’ı hamdıyla tesbih ederim, Aziym Allah’ı tenzih ederim,bağışlanma diler O’na dönerim, derse; bu hemen amel defterine yazılır ve arşa bağlanır… Okuduğu bu tesbih kıyâmet gününde O Allah huzuruna çıkana kadar mühürlü olarak kalır. Onun işlemiş olduğu hiçbir suç, günah bu duâsının sevâbını yok edemez.”

Lekel hamdu kemâ yenbağiy licelâli vechike liaziymi sultanik.

İbn Ömer Radı’yallâhu Anh naklediyor, Rasûl-i Ekrem’den:

“Allahu Teâlânın kullarından biri:

-Yâ Rabbi, Vechi Celâlinin ve saltanatı azametinin gerektirdiği biçimde hamd sana aittir… dedi…

Bu sözlerin ecrinin nasıl yazılabileceğini yazıcı melekler bilemediler… Hemen semâya çıkıp,

-Ey Rabbimiz, kulun bir söz söyledi, ne yazacağımızı bilemiyoruz…

Allah, ne dediğini bildiği halde, meleklere sordu:

-Kulum ne dedi?.. Melekler:

-Yâ Rabbi, kulun, “Rabbene lekel hamdu kemâ yenbağiy licelâli vechike ve liazîymi sultanik” dedi!..

Bunun üzerine Allah meleklere şöyle buyurdu:

-Onu, kulum benimle karşılaşıncaya kadar, dediği şekilde yazınız. Onun mükâfaatını ben veririm…”

Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şeriyke leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve huve alâ külli şeyin kadiyr. Elhamdülillahi ve subhanallahi ve lâ ilâhe illallâhu vallahu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîym.

Rasûlullâhu Aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Her kim gecenin bir kısmında, yatakta bir taraftan bir tarafa dönerken, kendine gelir de, bu tesbihi söylerse, sonra istiğfar ederse,bağışlanır, dua ederse duasına icâbet olunur; kalkar abdest alıp iki rek’at namaz kılarsa o namazı makbûl olur…”

CÜVEYRİYYE HADİSİNDE GEÇEN DÖRT KELİMENİN NE OLDUĞU" MESELESİ

İkinci Mesele:

31. “Subhânallâhi ve bihamdihi adede halkıhi, ve rıdâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi" (Allah'ı; yarattıkları sa­yısınca, zatının rızasınca, arşının ağırlığınca ve kelimelerinin sayı­sınca, hamdiyle birlikte noksanlıklardan tenzih ederim)” [1][81] ifadesinin mücerret bir zikir olan "Subhânallâh"dan kat kat üstün olma­sı.

Doğrusu zikreden kimsenin kalbi, "Subhânallâhi ve biham­dihi adede halkihî" (Allah’ı, yarattıkları sayısınca, hamdiyle birlikte noksanlıklardan tenzih ederim) dediği zaman, sayı ile ilgili olarak belirtilen bu miktara ait Allah'ı bilme, (layık olmadığı şeylerden) tenzih ve ta'zim etme mahiyetinde meydana gelen, sadece "Subhânallâh" diyerek zikreden kimsenin kalbinde mey­dana gelenden daha yücedir.

İşte bu, "ez-Zikru'1-Mudâaf" (=kat kat zikir) adı verilmiştir. Bu tür zikir, Allah'ı övme bakımından tekli olarak yapılan zikirler­den daha yücedir. İşte bundan dolayıdır ki, bu zikir, tekli zikirden daha faziletlidir. Yalnız bu, bu tür zikri bilmek ve anlamak suretiy­le anlaşılır. Çünkü teşbih eden kimsenin, "Subhânallâhi ve bi­hamdihi adede halkihî, ve rıdâ nefsihi ve zinete arşihi ve mi­dâde kelimâtihi" (=Allah'ı; yarathkları sayısınca, zarının rizasınca, arşının ağırlığınca ve kelimelerinin sayısınca, hamdiyle birlikte noksanlıklardan tenzih ederim) şeklindeki sözü; sonsuza kadar yaratılmış yada yaratılacak bütün yaratıklar sayısınca yüce Al­lah'ın layık olduğu teşbihleri inşâî ve ihbârî olarak içine almakta­dır.

İhbârî olanı; [2][82] belli sayıda -ki sayanlar onu sayamaz ve he­sapçılar onu hesap edemez- Rabbin (layık olmadığı şeylerden) tenzihi, ta'zimi ve övgüyü içermektedir.

İnşâî olanı da; [3][83] kulun, miktarı ve sayısı belli teşbihi yaptığı değil de, durumu belli olan teşbihi yapmasını içermektedir. Ak­sine Rab, layık olduğu teşbihin, bu belli sayıya ulaşan -ki bu sayı­da artıracak bir şey olsaydı elbette onu da ifade ederdi- teşbih olduğunu haber vermektedir. Çünkü yaratıkların yenilenmesiyle, sayının sonu gelmez, var olanı da sayılamaz.

Yine Peygamber (s.a.v)'in, (zatının rızasınca) sö­zü; iki büyük hususu içermektedir. Birincisi: (Bu cümle ile ilgili) maksadın, teşbih olmasıdır. Bu takdirde "zatının rızasınca" ifadesi, Azamet ile Celâl, (teşbih yönünden) aynı şeydir. Zatının rızasınca ifadesi için. [4][84] Nitekim bu ifade, ilk önce, yaratıkları sayısına eşit gelen bir teşbihi haber vermektedir. Şüphesiz ki Rabbin zatının rızasının, azamet ile vasfında sonu yoktur. [5][85] Teşbih ise, yüce Allah'a ta'zimi ve (layık olmadığı şeylerden) ten­zihi içine alan bir övgüdür.

Yüce Allah'ın kemalatının vasıfları ve celaletinin na'tları, son­suz ve nihayetsizdir. Hatta bundan daha yüce ve daha büyüktür. Yine bunlarla O'na yapılan övgü de böyledir. Çünkü övgü, ihbâri e inşâî olarak (bu tür) vasıflar ile na'tlara tabiîdir. İşte bu mana, hiçbir aksilik göstermeden birinci manaya uygundur.

Yüce Allah'ın ihsanının, sevabının, bereketinin ve hayrının sonu olmadığına ve bu tür şeylerin, Allah'ın rızasını ve mahsulü­nü gerektiren şeylerden olduğuna göre; bu durumda Rıza sıfatı nasıl olur?

32. (Konu ile ilgili) bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:

"(Bir şeye) bereket verdiğimde, (bu) bereketimde son yoktur. [6][86]

Buna göre bu sıfat ve na'tlardan meydana gelen Bereket sı­fatı nasıl olur?

Çünkü Rıza (sıfatı); sevgiyi, ihsanı, cömertliği, iyiliği, afvı, ba­ğışlama ve mağfireti gerektirir.

Yaratma (sıfatı) ise; ilmi, kudreti, iradeyi, diri olmayı (hüküm ile) hikmeti gerektirir. Bütün bunlar "zatının rızasına" ve "yaratma sıfatına" dahil olmaktadır.

Peygamber (s.a.v)'in, arşının ağırlığınca" sözün­de; arşın ispatı, arşın yüce Allah'a nispeti ve arşın, genel anlam­da, yaratıkların en ağırı olduğu yer almaktadır. Çünkü arştan daha ağır bir şey olsaydı, elbette teşbih onunla tartlırdı. İşte bu; "arşın ağırlı ve hafifliği yoktur" diyen kimsenin (iddiasını) red etmektedir. Doğrusu bu (görüş sahibi kimse), arşı(n ne olduğunu) bilememekte ve miktarının hakkını tam olarak kavrayamamaktadır.

Birinci kat kat verme; sayı ve çoklukta, ikincisi; sıfat ve keyfiyette, üçüncüsü ise yücelik ve ağırlıkta olup miktarda de­ğildir.

Yine Peygamber (s.a.v)'in, "kelimelerinin sayı­sınca" sözü; (bu) üç kısma şamil olup (bu üç kısmı da) kapsamaktadır. Çünkü yüce Allah'ın kelimelerinin sayısında; miktar, sı­fat ve sayı yönünden bir son yoktur. Nitekim yüce Allah (konu ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Eğer denizler, Rabbimin kelimeleri(ni yazıp say­mak) için mürekkep olsaydı, Rabbimin kelimeleri tükenmeden bir misli daha takviye getirseniz bile deniz tükenirdi.” [7][87]

Yine yüce Allah (bu konu ile ilgili olarak) şöyle buyurmakta­dır:

"Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yi­ne de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz ki Al­lah, Azîz (üstün ve güçlü), Hakim hüküm ve hikmet sahi­bedir.” [8][88]

Bunun manası şudur:

Deniz, bundan sonra da tamamı mü­rekkep olan yedi deniz daha ekleyerek yazılsa ve yeryüzündeki bütün ağaçlar -ağaçlar meyve versin yada meyve vermesin, bir gövde üzerinde dik duran bütün bitkiler olup- kalem olsa, deniz­ler ve kalemler tükenir, fakat Rabbin kelimeleri tükenip son bul­maz. Dolayısıyla Subhânallâhi ve bihamdihi adede halkıhi, ve rıdâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi" (Allah'ı; yarattıkları sayısınca, zatının rızasınca, arşının ağırlığınca ve keli Bu (ifade); "O'nun kelamı bir manada son bulmaz ve par­çalanmaz, O'nun parçası ve bütünü diye bir şey olmaz, O; su­re, ayet harf, kelime değildir" diyerek Allah'ın sözünü vasfeden kimsenin (bu şekildeki) vasfının yanında, O'nu "konuşmadı, ko­nuşmayacak ve asıl olarak O'nunla ilgili bir kelam/konuşma olmadı" diyerek vasfeden kimsenin görüşünün nerede?

Burada kast edilen husus; (bu tür) bir teşbihte, bunun dışın­daki diğer teşbihlerden daha faziletli olmayı gerektiren ve diğer­leri bununla tartılsa onlardan ağır ve fazla gelmeyi gerektiren Ke­mâl sıfatlar ile Celâl na'tlardır.

İşte bu (anlatılanlar); (şu) üç konuyu içine alan "Hamd" keli­mesini bu teşbihe dahil etmek suretiyle bu kelimelerde var olan Allah'ı bilmeden ve (layık olmayan şeylerden) O'nu tenzih ile ta'zime yönelik övgüden bazısıdır.

Birincisi: Kemâl sıfatların, yüce Allaha ait olduğunu ispat et­mek ve O'nu övmek.

İkincisi: O'nu sevmek ve O'na razı olmak.

Üçüncüsü: Bu hamdi, teşbih ve tenzihe; en güzel şekilde, kıymeti en büyük, sayısı en fazla, sıfat en çok şekilde ilave edip kul bunu teşbih anında (bu şekilde) getirip kalbine de bunun an­lamını getirerek söylerse, başkalarında olmayan bir üstünlük ve fazileti kendisinde elde etmiş olur. Başarı, Allah'tandır.

[1][81] Bu hadisi; Müslim, Zikr 79 (2726); Ebu Dâvud, Vitr 24 (1503); Tirmizî, Deâvât 103 (3555); Nesâî, Sehv 94; İbn Mâce, Edeb 56 (3808); Ahmed b. Hanbel, 1/258, 353, 6/325, 429'da Abdullah İbn Abbâs yoluyla Pey­gamber (s.a.v)'in hanımı Cüveyriyye bintü'l-Hâris'ten rivayet etmiştir. Müslim'in konu ile ilgili Abdullah İbn Abbâs yoluyla Cüveyriyye'den yap­tığı rivayet şu şekildedir: Peygamber (s.a.v), Cüveyriyye onun mescidinde iken sabah namazını kıldığı zaman erkenden yanından çıkmıştı. Sonra kuşluk zamanı geçtiğinde geri dönmüştü. O sırada Cüveyriyye oturuyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), (ona): “Sen halen benim bıraktığım hal üzere misin?” diye sordu. Cüveyriyye'de: Evet!' diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v): “Gerçekten senden ayrıldıktan sonra üç defa dört kelime söyledi ki, bu dört kelime senin bugünden itibaren söylediklerinle tartılsa, onların ağır­lığını tutar:” “Subhânallâhi ve bihamdihi adede halkıhi ve rıdâ nefsihi ve zinete arşîhi ve midâde kelimâtihi' (=Allah'ı; yarattıkları sayısınca, zatının rızasınca, ar­şının ağırlığınca ve kelimelerinin sayısınca, hamdiyle birlikte noksanlıklar­dan tenzih ederim)” buyurdu."

[2][82] İhbârî: Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebile­ceğimiz her kelama denir, (ç)

[3][83] İnşâî: Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalanadır diyeme­yeceğimiz cümlelere denir, (ç)

[4][84] Bu ifade, asıl nüshada da bu şekildedir. Burada bir kelime düşmüş olup bunun ne olduğunu bilemiyorum.

[5][85] Suyütî, Şerhu Sünen-i Nesâî, 3/77'de der ki: "Zatının rızası ifadesinin an­lamı, kesintisiz bir rıza demektir. Çünkü yüce Allah'ın rızası; Peygamber­lerden, dostlarından ve daha birçok kimseden kesintisiz ve sonsuz bir şekilde razı olduğu kimselerle bağlantılıdır.

[6][86] Elimdeki fihristlerde bununla ilgili bir şey bulamadım, (t) Bu rivayet için b.k.z: İbn Ebi Âsim, Zühd, 1/52; Ebu Nuaym, Hilye, 4/41 (ç)

[7][87] Kehf: 18/108

[8][88] Lokman: 31/27

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder