15 Mayıs 2021 Cumartesi

Sad suresi

 

38. Sad suresi

Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan Allah'ın Adıyla
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

1.
Sad. Zikir
*
sahibi Kur'an'a ant olsun.
ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ

Sad, vel kur'ani ziz zikr.

2.
Doğrusu gerçeği yalanlayan nankörler, büyüklenmelerine yediremediklerinden muhalefet ediyorlar.
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ

Belillezine keferu fi ızzetin ve şikak.

3.
Onlardan önce nice kuşakları yok ettik. O zaman feryat ettiler, ama artık kurtuluş vakti geçmişti.
كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ

Kem ehlekna min kablihim min karnin fe nadev ve late hine menas.

4.
İçlerinden, kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaşırdılar. Gerçeği yalanlayan nankörler: "Bu, yalancı bir büyücüdür." dediler.
وَعَجِبُوا أَن جَاءهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

Ve acibu en caehum munzirun minhum ve kalel kafirune haza sahırun kezzab.

5.
O, bunca ilahı, bir tek ilah mı kılıyor? Kuşkusuz bu şaşılacak bir şeydir.
أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ

E cealel alihete ilahen vahıda, inne haza le şey'un ucab.

6.
Onlardan, meleler
*
harekete geçerek: "Bildiğiniz yoldan gitmeye devam edin, ilahlarınızı bırakmayın. Kesinlikle sizden beklenen budur." dediler.
وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ

Ventalekal meleu minhum enimşu vasbiru ala alihetikum inne haza le şey'un yurad.

7.
Biz, bunu
*
son inanç sistemlerinde de duymadık. Bu yalnızca bir uydurmadır.
مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ

Ma semi'na bi haza fil milletil ahıreh, in haza illahtilak.

8.
Zikir
*
, aramızda ona mı indirildi? Oysaki onlar Benim zikrimden kuşku içindedirler. Hayır, onlar azabımı henüz tatmadılar.
أَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ

E unzile aleyhiz zikru min beynina, bel hum fi şekkin min zikri, bel lemma yezuku azab.

9.
Yoksa Çok Yüce ve Çok Bağışta Bulunan Rabb'inin rahmet hazineleri onların yanında mı?
أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ

Em indehum hazainu rahmeti rabbikel azizil vehhab.

10.
Ya da göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü onlara mı ait? O halde sebepler bulsunlar da yükselsinler!
أَمْ لَهُم مُّلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَلْيَرْتَقُوا فِي الْأَسْبَابِ

Em lehum mulkus semavati vel ardı ve ma beynehuma, felyerteku fil esbab.

11.
Onlar, burada bozguna uğramış gruplardan meydana gelmiş bir ordudur.
جُندٌ مَّا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِّنَ الْأَحْزَابِ

Cundun ma hunalike mehzumun minel ahzab.

12.
Onlardan önce Nuh toplumu, Âd, kazıklar sahibi Firavun da yalanlamıştı.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ

Kezzebet kablehum kavmu nuhın ve adun ve fir'avnu zul evtadi.

13.
Ve Semud, Lut'un halkı ve Eyke halkı; işte onlar da işbirlikçi gruplardır.
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الأَيْكَةِ أُوْلَئِكَ الْأَحْزَابُ

Ve semudu ve kavmu lutın ve ashabul eykeh, ulaikel ahzab.

14.
Onların hepsi de resulleri yalanladı. Bu nedenle azabımı hak ettiler.
إِن كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ

İn kullun illa kezzeber rusule fe hakka ıkab.

15.
Bunlar geri dönüşü olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.
وَمَا يَنظُرُ هَؤُلَاء إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَّا لَهَا مِن فَوَاقٍ

Ve ma yanzuru haulai illa sayhaten vahıdeten ma leha min fevak.

16.
Ve: "Rabb'imiz, Hesap Günü'nden önce
*
azaptan payımıza düşeni hemen ver." dediler.
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّل لَّنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ

Ve kalu rabbena accil lena kıttana kable yevmil hisab.

17.
Onların dediklerine sabret, güçlerin sahibi kulumuz Davud'u düşün. O, her durumda Allah'a yönelirdi.
اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ إِنَّهُ أَوَّابٌ

Isbır ala ma yekulune vezkur abdena davude zel eyd, innehu evvab.

18.
Dağları boyun eğdirdik. Akşamdan gündoğumuna
*
onunla birlikte tesbih
*
ederlerdi.
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ

İnna sahharnel cibale meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrak.

19.
Kuşların tamamı toplu halde ona yönelmişlerdi.
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَّهُ أَوَّابٌ

Vet tayre mahşureh, kullun lehu evvab.

20.
Onun gücünü pekiştirdik. Ona hikmeti
*
ve fesle-l hitabı
*
verdik.
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ

Ve şededna mulkehu ve ateynahul hikmete ve faslel hıtab.

21.
Birbirleriyle davalıların haberi sana geldi mi? Duvarı aşarak mihraba gelmişlerdi!
وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

Ve hel etake nebeul hasm, iz tesevverul mihrab.

22.
Davud'un yanına girdiklerinde o, onlardan korktu. "Korkma! İki davacıyız. Birimiz ötekine haksızlık etti. Şimdi sen, hakkımızda hakk ile hüküm ver. Haksızlık etme. Bize makul olan yolu göster." dediler.
إِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْ خَصْمَانِ بَغَى بَعْضُنَا عَلَى بَعْضٍ فَاحْكُم بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَى سَوَاء الصِّرَاطِ

İz dehalu ala davude fe fezia minhum kalu la tehaf, hasmani bega ba'duna ala ba'dın fahkum beynena bil hakkı ve la tuştıt vehdina ila sevais sırat.

23.
Bu benim kardeşim
*
Onun doksan dokuz koyunu var ve benim bir tek koyunum var. Buna rağmen onu da kendisine vermemi istedi ve tartışmamızda bana üstünlük sağladı.
*
إِنَّ هَذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ

İnne haza ahi lehu tis'un ve tis'une na'ceten ve liye na'cetun vahidetun fe kale ekfilniha ve azzeni fil hıtab.

24.
"Gerçekten, senin koyununu kendi koyunlarına katmayı istemekle doğrusu sana haksızlık etmiştir. Ortakların çoğu, birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve salihatı
*
yapanlar haksızlık etmezler. Ancak onlar da ne kadar azdır!" dedi. Davud, kendisini fitnelendirdiğimizi
*
iyice anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma
*
diledi, ruku
*
ederek, tam bir teslimiyetle Rabb'ine yöneldi.
*
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَى نِعَاجِهِ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنْ الْخُلَطَاء لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ/

Kale lekad zalemeke bi suali na'cetike ila niacih, ve inne kesiren minel huletai le yebgi ba'duhum ala ba'dın illellezine amenu ve amilus salihati ve kalilun ma hum, ve zanne davudu ennema fetennahu festagfere rabbehu ve harre rakian ve enab.

25.
Böylece onu bundan dolayı bağışladık. Onun yanımızda yüksek konumu ve iyi bir sığınağı vardır.
فَغَفَرْنَا لَهُ ذَلِكَ وَإِنَّ لَهُ عِندَنَا لَزُلْفَى وَحُسْنَ مَآبٍ

Fe gaferna lehu zalik, ve inne lehu indena le zulfa ve husne meab.

26.
Ey Davud! Biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. İnsanlar arasında Hakk ile hükmet. Hevaya
*
uyma. Aksi halde heva seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü göz ardı etmiş olduklarından, kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.
يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ

Ya davudu inna cealnake halifeten fil ardı fahkum beynen nasi bil hakkı ve la tettebiil heva fe yudılleke an sebilillah, innellezine yadıllune an sebilillahi lehum azabun şedidun bi ma nesu yevmel hisab.

27.
Biz, göğü, yeri ve ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık. Bu, gerçeği yalanlayan nankörlerin görüşüdür. Kendilerini ateşe atan, gerçeği yalanlayan nankörlerin vay haline.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ

Ve ma halaknes semae vel arda ve ma beynehuma batıla, zalike zannullezine keferu, fe veylun lillezine keferu minen nar.

28.
İman eden ve salihatı yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla bir tutar mıyız? Ya da takva sahiplerini facirlerle
*
bir tutar mıyız?
أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ

Em nec'alullezine amenu ve amilus salihati kel mufsidine fil ardı em nec'alul muttekine kel fuccar.

29.
Bu; akıl sahiplerinin, ayetlerini düşünüp öğüt almaları için, sana indirdiğimiz kutlu bir Kitap'tır.
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

Kitabun enzelnahu ileyke mubarekun li yeddebberu ayatihi ve li yetezekkere ulul elbab.

30.
Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel bir kuldu. O, her zaman Allah'a yönelendi.
وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ

Ve vehebna li davude suleyman, ni'mel abd, innehu evvab.

31.
Bir zaman kendisine, akşamüstü iyi cins safkan atlar sunulmuştu.
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ

İz urıda aleyhi bil aşiyyis safinatul ciyad.

32.
"Doğrusu ben Rabb'imin öğüdünden dolayı hayra muhabbeti sevdim."
*
dedi. Derken gözden kayboldular.
*
فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَن ذِكْرِ رَبِّي حَتَّى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ

Fe kale inni ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbi, hatta tevaret bil hıcab.

33.
"Onları bana geri getirin." Ardından bacaklarını ve boyunlarını mesh
*
etmeye başladı.
*
رُدُّوهَا عَلَيَّ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ

Rudduha aleyy, fe tafika meshan bis sukı vel a'nak.

34.
Ant olsun ki Süleyman'ı fitnelendirdik.
*
Kürsüsünün
*
üzerine bir ceset bıraktık.
*
Sonra o Bize yöneldi.
*
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَى كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ

Ve lekad fetenna suleymane ve elkayna ala kursiyyihi ceseden summe enab.

35.
"Ey Rabb'im! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin sahip olamayacağı bir mülk
*
bağışla. Kuşkusuz ki Sen, Bol Bol Bağışlayıcı'sın." dedi.
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ

Kale rabbigfir li veheb li mulken la yenbagi li ehadin min ba'di, inneke entel vehhab.

36.
Bunun üzerine rüzgarı onun emrine verdik. Onun emri ile dilediği yere yumuşak bir esinti ile akıp gidiyordu.
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاء حَيْثُ أَصَابَ

Fe sehharna lehur riha tecri bi emrihi ruhaen haysu esab.

37.
Ve şeytanları.
*
Her türlü yapı ustasını ve dalgıçları
*
وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاء وَغَوَّاصٍ

Veş şeyatine kulle bennain ve gavvasın.

38.
Ve zincirlerle bağlanmış olan
*
diğerlerini de.
وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ

Ve aharine mukarrenine fil asfad.

39.
Bu Bizim verdiklerimizdir. Artık hesabı sana kalmış, dilediğine ver veya verme.
هَذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

Haza atauna femnun ev emsik bi gayri hisab.

40.
Onun yanımızda iyi bir makamı ve iyi bir geleceği vardır.
وَإِنَّ لَهُ عِندَنَا لَزُلْفَى وَحُسْنَ مَآبٍ

Ve inne lehu ındena le zulfa ve husne meab.

41.
Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Bir zamanlar Rabb'ine seslenmişti: "Şeytan bana dert ve azap dokundurdu."
*
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ

Vezkur abdena eyyub, iz nada rabbehu enni messeniyeş şeytanu bi nusbin ve azab.

42.
Ey Eyyub! "Ayağın ile topukla!
*
İşte bu hem yıkanılacak hem de içilecek soğuk su"
ارْكُضْ بِرِجْلِكَ هَذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ

Urkud biriclik, haza mugteselun baridun ve şerab.

43.
Katımızdan bir rahmet ve akıl sahipleri için bir ibret olarak, ona yanında yer alanları ve onlarla birlikte bir o kadarını daha bahşettik.
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ

Ve vehebna lehu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minna ve zikra li ulil elbab.

44.
Ve eline bir deste al, onunla yola çık
*
ve hanis
*
olma. Biz, onu sabredici bulduk. O ne iyi kuldu! O, her zaman Allah'a yöneldi.
*
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِب بِّهِ وَلَا تَحْنَثْ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ

Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihi ve la tahnes, inna vecednahu sabira, ni'mel abd, innehu evvab.

45.
Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da an.
وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ أُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ

Vezkur ıbadena ibrahime ve ishaka ve ya'kube ulil eydi vel ebsar.

46.
Biz, onları sürekli ahiret yurdu düşüncesiyle arınmış, samimiyet sahibi kimseler yaptık.
إِنَّا أَخْلَصْنَاهُم بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ

İnna ahlasnahum bi halisatin zikred dar.

47.
Onlar, yanımızda seçkin ve hayırlı kimselerdendir.
وَإِنَّهُمْ عِندَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ

Ve innehum ındena le minel mustafeynel ahyar.

48.
İsmail'i, Elyesa'yı ve Zulkifl'i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir.
وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ

Vezkur ismaile velyesea ve zel kifl, ve kullun minel ahyar.

49.
Bu bir öğüttür. Kuşkusuz takva sahipleri için iyi bir gelecek vardır.
هَذَا ذِكْرٌ وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ

Haza zikr, ve inne lil muttekine le husne meab.

50.
Adn Cennetlerinin kapıları onlara açıktır.
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُّفَتَّحَةً لَّهُمُ الْأَبْوَابُ

Cennati adnin mufettehaten le humul ebvab.

51.
Orada keyiflerince oturmuş olarak onlara pek çok meyve ve içecek sunulur.
مُتَّكِئِينَ فِيهَا يَدْعُونَ فِيهَا بِفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ وَشَرَابٍ

Muttekine fiha yed'une fiha bi fakihetin kesiretin ve şerab.

52.
Ve yanlarında, bakışlarını koruyan yaşıtlar vardır.
*
وَعِندَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ أَتْرَابٌ

Ve ındehum kasıratut tarfi etrab.

53.
İşte bu, hesap günü için size söz verilenlerdir.
هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ

Haza ma tuadune li yevmil hisab.

54.
Bu, bitmez tükenmez rızkımızdır.
إِنَّ هَذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِن نَّفَادٍ

İnne haza le rızkuna ma lehu min nefad.

55.
İyilerin durumu budur. Azgınlar için ise kötü bir gelecek vardır.
هَذَا وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ

Haza, ve inne lit tagıyne le şerre meab.

56.
Varacakları yer Cehennem'dir. Orası ne kötü bir yataktır.
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ

Cehennem, yaslevneha, fe bi'sel mihad.

57.
İşte kaynar ve kokuşmuş su; tatsınlar bakalım!
هَذَا فَلْيَذُوقُوهُ حَمِيمٌ وَغَسَّاقٌ

Haza fel yezukuhu hamiymun ve gassak.

58.
Ve aynı türden çeşit çeşit azaplar.
وَآخَرُ مِن شَكْلِهِ أَزْوَاجٌ

Ve aharu min şeklihi ezvac.

59.
İşte bunlar da sizinle birlikte azaba katlanacak olan bir gruptur. Onlara rahatlık yoktur. Onlar, ateşe girecek olanlardır.
هَذَا فَوْجٌ مُّقْتَحِمٌ مَّعَكُمْ لَا مَرْحَبًا بِهِمْ إِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ

Haza fevcun muktehımun meakum, la merhaben bihim, innehum salun nar.

60.
Diğerleri ise: "Hayır! Asıl size rahatlık yok. Ona uğramamızın sebebi sizsiniz. O ne kötü bir konaklama yeridir!" dediler.
قَالُوا بَلْ أَنتُمْ لَا مَرْحَبًا بِكُمْ أَنتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا فَبِئْسَ الْقَرَارُ

Kalu bel entum, la merhaben bikum, entum kaddemtumuhu lena, febi'sel karar.

61.
"Rabb'imiz! Buna kim sebep olduysa onun ateşteki azabını kat kat arttır!" dediler.
قَالُوا رَبَّنَا مَن قَدَّمَ لَنَا هَذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ

Kalu rabbena men kaddeme lena haza fe zidhu azaben dı'fen fin nar.

62.
"Biz, neden kötülerden olarak gördüğümüz adamları
*
görmüyoruz?" derler.
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرَى رِجَالًا كُنَّا نَعُدُّهُم مِّنَ الْأَشْرَارِ

Ve kalu ma lena la nera ricalen kunna neudduhum minel eşrar.

63.
Hani kendilerini alaya almıştık! Yoksa buradalar da biz mi görmüyoruz?
أَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا أَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْأَبْصَارُ

Ettehaznahum sıhriyyen em zagat anhumul ebsar.

64.
Ateş halkının birbirleriyle bu çekişmeleri kesinlikle gerçektir.
إِنَّ ذَلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ أَهْلِ النَّارِ

İnne zalike le hakkun tehasumu ehlin nar.

65.
De ki: "Ben yalnızca bir uyarıcıyım. Tek ve kahredici olan Allah'tan başka ilah yoktur."
قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنذِرٌ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

Kul innema ene munzirun ve ma min ilahin ilallahul vahıdul kahhar.

66.
Göklerin, yerin ve ikisinin arasında olan şeylerin Rabbi Mutlak Üstün Olan'dır, Çok Bağışlayıcı'dır.
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ

Rabbus semavati vel ardı ve ma beynehumel azizul gaffar.

67.
De ki: "O, çok büyük bir haberdir."
قُلْ هُوَ نَبَأٌ عَظِيمٌ

Kul huve nebeun azimun.

68.
Siz, ondan yüz çeviriyorsunuz.
أَنتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ

Entum anhu mu'ridun.

69.
Onlar tartışırlarken, benim Mele-i A'la'ya
*
dair bir bilgim yoktu.
مَا كَانَ لِي مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَى إِذْ يَخْتَصِمُونَ

Ma kane liye min ilmin bil meleil a'la iz yahtesımun.

70.
Bana, yalnızca apaçık bir uyarıcı olduğum için vahyediliyor.
إِن يُوحَى إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ

İn yuha ileyye illa ennema ene nezirun mubin.

71.
Hani Rabb'in meleklere: "Ben çamurdan bir beşer yaratacağım." demişti.
إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ

İz kale rabbuke lil melaiketi inni halikun beşeren min tin.

72.
Onu biçimlendirip, ruhumdan üflediğim
*
zaman derhal ona secdeye kapanın!
*
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ

Fe iza sevveytuhu ve nefahtu fihi min ruhi fe kau lehu sacidin.

73.
Bunun üzerine meleklerin tamamı, hep birlikte secde ettiler.
*
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ

Fe secedel melaiketu kulluhum ecmaun.

74.
Ancak iblis etmedi. O kibirlendi ve zaten o kafirlerdendi.
*
إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنْ الْكَافِرِينَ

İlla iblis, istekbere ve kane minel kafirin.

75.
"Ey iblis! İki elimle
*
yarattığım şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun, yoksa kendini çok mu üstün görüyorsun?" dedi.
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْعَالِينَ

Kale ya iblisu ma meneake en tescude lima halaktu bi yedeyy, estekberte em kunte minel alin.

76.
"Ben ondan hayırlıyım.
*
Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." dedi.
قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ

Kale ene hayrun minh, halakteni min narin ve halaktehu min tin.

77.
"Oradan çık! Sen kesinlikle racimsin.
*
" dedi.
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ

Kale fahruc minha fe inneke recim.

78.
Lanetim, Din Günü'ne
*
kadar senin üzerindedir.
وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَى يَوْمِ الدِّينِ

Ve inne aleyke la'neti ila yevmid din.

79.
İblis: "Rabb'im! O halde yeniden dirilme gününe kadar bana süre ver." dedi.
قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

Kale rabbi fe enzırni ila yevmi yub'asun.

80.
Allah, "Peki süre verilenlerdensin." dedi.
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ

Kale fe inneke minel munzarin.

81.
Zamanı bilinen güne
*
kadar.
إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ

İla yevmil vaktil ma'lum.

82.
İblis: "Öyleyse, izzetine
*
ant olsun ki onların hepsini azdıracağım." dedi.
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ

Kale fe bi izzetike le ugviyennehum ecmain.

83.
"Ancak içlerinden muhles
*
kulların hariç."
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ

İlla ibadeke minhumul muhlasin.

84.
"Gerçek budur. Ben, gerçeği söylerim." dedi.
قَالَ فَالْحَقُّ وَالْحَقَّ أَقُولُ

Kale fel hakku vel hakka ekul.

85.
Allah: "Ant olsun ki Cehennem'i senden
*
ve sana uyanlardan dolduracağım." dedi.
لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنكَ وَمِمَّن تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ

Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhum ecmain.

86.
De ki: "Sizden yaptığım bu işe karşı bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden bir sorumluluk getirenlerden değilim."
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ

Kul ma es'elukum aleyhi min ecrin ve ma ene minel mutekellifin.

87.
O, ancak bütün insanlık için bir zikirdir.
*
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ

İn huve illa zikrun lil alemin.

88.
Onun haberini bir zaman sonra kesinlikle bileceksiniz.
*
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ

Ve le talemunne nebeehu ba'de hin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder