29 Haziran 2015 Pazartesi

RAMAZAN-I ŞERİF'IN 10-20 GÜNÜNÜN ZİKRİ

RAMAZAN-I ŞERİF'IN HER ON GÜNÜNÜN ZİKRİ -
İKİNCİ ON GÜNÜNÜN ZİKRİ :
"YA GAFFA RAZZÜNÛB" (Ey tüm günahları çokça bağışlayan)
ZİKRİNİ İKİNCİ ON GÜN EN AZ 100 KERE YAPALIM DOSTLAR -

Cübbeli Ahmet Hoca 3 Temmuz 2015 Cuma Akşamı Dua Sohbeti

3 Temmuz Cuma Akşam Namazından Teravihe Kadar ,Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem)
Sâc-ı Şerifi ziyâreti gerçekleştirilecektir.
-Ahmet Yesevi Derneği-

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 11. Bölüm 28 06 2015

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 11. Bölüm 28 06 2015

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 10.Bölüm (27.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 10.Bölüm (27.06.2015)

Bölünme tehlikesini yıllar öncesinden görebilen merhum Erbakan Hocamız gibilere Lider derler


Bölünme tehlikesini yıllar öncesinden görebilen merhum Erbakan Hocamız gibilere Lider derler

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 9 Bölüm 26 06 2015

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 9 Bölüm 26 06 2015

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 8 Bölüm 25 06 2015

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 8 Bölüm 25 06 2015

Diyânet Reisi Kur'an'da Sünnîlik,Şiilik Geçmiyor ''Diyorsa O'na Ayet Okuyorum

Diyânet Reisi Kur'an'da Sünnîlik,Şiilik Geçmiyor ''Diyorsa O'na Ayet Okuyorum

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 7.Bölüm (24.06.2015)


Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 7.Bölüm (24.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 6.Bölüm (23.06.2015)


Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 6.Bölüm (23.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 5.Bölüm (22.06.2015)


Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 5.Bölüm (22.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 4.Bölüm (21.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri 4.Bölüm (21.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri - 1

Cübbeli Ahmet Hocaefendi ile Ramazan Sohbetleri - 1

24 Haziran 2015 Çarşamba

İman Tazelemek İçin Okunacak Dualar

İman Tazelemek İçin Okunacak Dualar
"Allahümme inni euzu bike en üşrike bike şey’en ve ene a’lemu ve estağfiruke lima la a’lem. İnneke ente’l allamul guyub."

Anlamı:
"Allahım! Şüphesiz ben bilerek herhangi bir şeyi şirk koşmak (eş ve ortak tanımak) tan sana sığınırım. Bilmeyerek işlemiş olduğum (şirk ve hatalarım) ın senden bağışlanmasını dilerim. Şüphesiz ki bütün gaybları (gizli şeyleri) ancak sen bilirsin." (et-Terğıb ve et-Terhib: 1/76)

"Allahümme innî ürîdü en üceddidel-îmâne tecdîden bikavli; la ilahe illallah Muhammedün Resulullah."

Anlamı:
"Ya Rabbi, 'la ilahe illallah Muhammedün Resulullah' diyerek imanımı tazeliyorum."

İmanınızı 'Lâ ilâhe illâllah' ile yenileyiniz”

Peygamber Efendimiz (asm) de, “İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz.” buyuruyor. (Müsned , 2/359; et-Terğib ve’t- Terhib, 2/415)

İman, Allah’a kalpten intisap ve bağlılıktan ibarettir; bizi Yaradan’ımıza bağlayan en güçlü bağdır. Küfür, inkâr veya şirk ise bu sağlam bağın kopması veya koparılmasıdır. İman, kalbin amelidir. Kalpte meydana gelir ve kalbi nuruyla aydınlatır. Küfür ise, kalpte inancın ve tasdikin olmaması hâlidir.

Cenâb-ı Hakk’ın, zamanın ve mekânın çarkları içinde yuvarlanıp giden müminleri “imana” çağırması ne kadar mânidârdır:

İmanın yenilenmesi bir emirdir. Nisa suresi 136. ayette şöyle buyurulur:
“Ey İman edenler! Allaha iman edin.”
Hem de iman edenlere emir. Yani imanınızı taklitten, tahkiki imana çıkarın, imanınızı yenileyin, imanın hadsiz mertebesinde terakki edin,.. manaları vardır.

Hucurat suresi 14. ayette: “Bedevîler 'inandık' dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama 'İslâm olduk' deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” buyurulur.

Demek imanı dem ve damarlara karıştırmak, tekrar ederek, meleke haline getirmek; akıl, kalb, ruh gibi letaife sirayet ettirmek gerekir.


http://www.sorularlaislamiyet.com

23 Haziran 2015 Salı

Tapduk Emre

Tapduk Emre

Tapduk Emre, kesin olmamakla beraber 1200 ile 1300’lü yıllar arasında günümüzde Aksaray olarak adlandırılan İç Anadolu bölgesinde yaşamıştır. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna ile aynı çağda yaşamıştır. Tapduk Emre ile ilgili bilgiler oldukça azdır. Hâlbuki Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre gibi bir Ulu şahsiyeti yetiştirmiştir. Bu manada o, dergâh sahibi bir pir, rehber ve mürşittir. Büyük ihtimalle Yunus Emre kadar gelişen olmasa da, o başka aydınlatıcılar, gönül erenleri yetiştirmiştir. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli ile aynı çağda yaşamış ve o Ulu Hünkâr ile ilişkiler geliştirmiştir. Rum erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Emre’ye “haydi sen de bizimle gel”, dediler. Emre, çok güçlü bir erdi. “Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir er görmedik”, dedi ve Hacı Bektaş’a gitmedi. Emre’nin sözünü Hünkâr’a ilettiler. Hünkâr, Sulucakarahöyük’te Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, çeşitli bölgelerden gelen muhipler, müritler ıhtırılmaya başlandı. Bu arada Hünkâr, Saru İsmail’i gönderip Emre’yi çağırttı. Emre yanına gelince Hacı Bektaş, “siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, siz o nasip veren elin bir nişanesi/işareti olduğunu da bilir misiniz?”, diye sordu. Emre, “o divanda bir yeşil perde vardı, onun ardından bir el çıktı, bize nasip verdi. O elin avucunda güzel, yeşil bir ben vardı, şimdi bile görsem tanırım”, dedi. Bunun üzerine Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın avucunda o güzelim yeşil beni görür görmez üç kez “tapduk Hünkârım”, dedi. Bundan sonrada adı, Tapduk Emre kaldı. Emre başındaki tacı çıkarıp Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü. Tapduk Emre bir Anadolu erenidir. Ehlibeyt öğretisiyle onlarca derviş yetiştirmiştir. Bunlar arasında ünü günümüze kadar gelen ve düşünceleri ile bütün insanlığı kucaklayan Yunus Emre de vardır. Yunus isminde çiftçilikle geçinen çok fakir bir adam vardı. Bir sene kıtlık oldu. Daha da fakirleşen Yunus, bir çok kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı Veli’den yardım almak fikrine düştü. Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha geldi. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini verdi ve bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş-ı Veli ona lutf ile muamele ederek, bir kaç gün dergahta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar. O da “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi? diye haber gönderdi. Gafil Yunus buğday istedi. Bunu duyan Pir “isterse o alıcın her tanesine nefes edeyim dedi Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaşi üçüncü kez haber gönderip “isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim dedi. Yunus tekrar buğday isteyince hatanın büyüklüğünü anlayıp pişman oldu. Derhal geri dönerek kusurunu itiraf etti. Hacı Bektaş onun kilidini Tapduk Emre’ye verdiğini bu yüzden isterse ona gitmesini söyledi. 1 Fırsat kuşunu kaçıran Yunus o himmete kavuşmak için tam kırk yıl Tapduk Emre dergahında hizmet etti. İşte Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmettir. Eli böğründe dönen Yunus yüzgeri gider Tapduk’un kapısına. Tapduk’a adeta kul olur. Yıllar yılı şeyhine odun taşır. Yıllar yılı ondan feyz alır. 0lgunlaşır ye pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunların içinde hiç eğrisi bulunmaması Tapduk’un gözünden kaçmaz. Sonra Yunus’a odunluktaki odunları gösterir: ”A Yunus, der. Bakıyorum, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım. Acaba Ormanda hiç eğri odun yok mu?” Yunus Gülümser. tatlı tatlı, içten içe bir gülüş. Vereceği cevabı ne düşünmüş ne de hazırlamıştı. Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyleyiverdi: “Ormanda eğri odun var olmasına var amma, Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.” Yunus’un Sarıköy de yatmakta olduğu pek çok yazar, tarihçi ve araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Biz burada şunu ilave etmek istiyoruz. 0, şurada veya burada nasıl kabul edilse edilsin, Onun gerçek gömülü olduğu yer Türk Milletinin ye bütün Müslümanların cefakar ve vefakar göğsüdür. Bu Yunusu anlayabilmek ve anlatabilmek için yeter bir kanıttır.
Kaynak : http://www.yunusemre.gov.tr/index.php/yunus-emre/tapduk-emre

Yunus Emre - Tabduk Emre Hz.


Oduncu Yunus

"Buraya değil eğri bir adam, eğri bir odun bile giremez."
Yunus EMRE
Erenler yurdunda himmete ulaşmanın ilk şartı teslimiyet ve hizmete talip olmaktır. Bu Yunus için de böyle oldu. Şeyhine "Ne hizmet varsa yaparım."dedi. Tabduk da Yunus'u, Dergâhı'ndaki odunculuğa tayin etti."
Kimi işler, görünüşte sıradandır. Onun neden yapılacağı, manevi olgunlaşma sürecinde nasıl bir sonuca yol açacağı önceden bilinemez. Ama hepsinde temel gaye "nefsi kırmak" ve manevi rehbere bağlılığı sınamaktır. Mesela Mevlevi Dergâhlarında da mutfak hizmeti bu yolda ilk adımdır.
Bu tür işler, sadece maddi bir faaliyet veya hizmet olarak düşünülemez. Tarikatlarda esas olan hizmet geleneğidir. Müridin bu maddi hizmeti yerine getirirken aslında asıl amaç olan manevi eğitimi gerçekleştirmektir. İlk menkıbede sözü edilen "himmet" buradaki "hizmet"le yürüyebilir. İşte Yunus'un bu görevinde de böylesi hikmetler gizlidir. O da bu hikmeti kavramış olarak hizmet görür. En titiz bir seçimle en düzgün odunları seçer. Dergâha asla eğri bir odun getirmez. Bu durum, işini ciddiye almasının yanı sıra Tabduk'a ve dergaha saygısını ve içine girdiği âleme verdiği önemi, işinin, sözünün ve iç dünyasının düzgünlüğünü de anlatır. Yani bir anlamda odun, Yunus'un ham benliğidir, terbiye edilmesi düzeltilmesi gereken nefsidir. Yunus, zahirde odunla ilgilenir, onların eğriliklerini düzeltmeye çalışırken hakikatte kendi nefsini terbiye etmekte ve düzeltmektedir. Vurduğu her balta darbesi, nefsinin hastalıklı hâllerinedir.
Yunus, için bu hizmet bu yüzden bütün yönleriyle tam bir olgunlaşma sebebi oldu. O, önce kendiyle ve Hak'la baş başa kalmanın imkânlarını buldu dağda. Çünkü dağ, yalnızlığın ve murakabenin mekânıdır. Burada insan yoktur. Ağaçlar, hayvanlar, kuşlar, akan sular, gökyüzü yani bütünüyle tabiat vardır. Ama can gözüyle bakabilen için görünen hiçbir şey, göründüğü gibi değildir. Her birinin metafizik bir anlamı vardır. Her biri kendilerince bir hakikate ve lisana ve hâle sahiptirler.
Tabiat ve buradaki inziva hayatı bu yüzden bir derviş adayının iç murakabeye dalma imkânı bulabilmesi açısından anlamlı görünmektedir. Yunus, bu süreç içerisinde zaten çok saf olan gönlünü daha da saflaştırır. Varlıkların esrarlı dilini öğrenir. Her biri bir âyet hükmündeki tabiatta bulunan her varlık üzerinde derin tefekkürlere dalar. Olup bitenlerin hikmetini kavrar. Tabi bu içsel eğitim, Dergâhta yapılan sohbetlerle, verilen derslerle de desteklenmektedir.
Hikâyenin geri kalanını da yine menkıbeden öğrenelim:
"Tabduk Emre bir gün müridlerine, "Bugün hepiniz dağa çıkınız ve bana çiçeklerden demetler getiriniz. En güzel demeti hazırlayana bir hediyem olacak" dedi. Dervişlerin hepsi kırlara çıktı... Demet demet çiçekler hazırlayıp şeyhlerine koştular. Yunus en sona kaldı... Akşam üstü tek bir papatya ile çıkageldi. Yunus'a karşı gizli bir haset içinde olan bazı dervişler; "Şuna bakın hele!.. Bula bula bir tek papatya getirmiş." diye fısıldaştılar. Taptuk, olayın hikmetini Yunus'tan sordu. Yunus da "Şeyhim" dedi. "Kırları dolaştım, hangi çiçeğe varsam Allah'ı zikreder buldum. Hiçbirini koparamadım. Akşama doğru bir papatya bana seslendi: "Gel derviş Yunus. Benim kellemi kopar. Ben bugün Rabbime zikirden gafil oldum. Ölmek bana haktır, beni götür şeyhine" diye inledi. Ben de size onu getirdim."
Dervişlik yolunun bir gereği olarak dervişler de kimi zaman imtihandan geçerler. Bu Yunus için de böyle olur. Yunus, imtihanı başarmış ve varlıkların dilini anlayabilecek saf bir gönüle sahip olmayı, bu menkıbedeki gibi, başarmıştır.
Öte yandan Yunus'un "Oduncu Yunus" olması elbette tesadüfî bir durum değildir. Buradaki odun ve ateş sembolleri incelendiğinde işin başka sır perdesi daha aralanmış olur. Yunus Emre, her seferinde Dergâha düzgün odunlar getirir. Ormandan ya böylesini bulur ya da düzgün olmayanları yontar, düzgün hâle koya. Bu durum, Yunus'un imtihanının sırrını yani neden odunculukla görevlendirildiğini kavradığını göstermektedir. Nitekim Şeyhi'yle aralarında geçen şu olay bu bakımdan ilginçtir:
"Fedakar derviş tam kırk yıl bu hizmette bulundu. Odunu sırtına vurup getirirdi. Ama yaşını ve eğrisini kesmezdi. Bir defasında Tabduk Emre: "Yunus Can, dağda hiç eğri odun yok mu ki hep düzgün odunlar getirirsin" diye sordu. Yunus da "Şeyhim, burası öyle bir Hak ve doğruluk kapısı ki, buraya değil eğri adam, eğri odun bile giremez." dedi.
Olayı Sabahattin Eyüboğlu'nun söylediği gibi o zamanki Dergâhların bir iş okulu gibi çalıştıkları şeklinde de yorumlayabiliriz. Bu yorum da Yunus gerçeğine aykırı değildir. Çünkü Dergâhlar her anlamda eğitim ocaklarıdır. Fakat bu zahirdeki görüntüdür ve elbette önemlidir. Ama işin aslında ideal bir çizgiyi takip yönü vardır ki asıl görülmesi gereken budur. O da Yunus'un dediği gibi Dergâhların bir Hak kapısı olması ve burada doğru olmayana yer bulunmamasıdır.
http://www.yunusemre.gov.tr/

Ramazan ayı içinde çekilecek tesbihler.

Ramazan ayı içinde çekilecek tesbihler. En az 100Defa Çekilecektir
Ramazan 1 ile 10 Arasında "Ya Erhamer Rahimiyn"
Ramazan 11ile 20 Arasında "Ya GaffarezZünub"
Ramazan 21 ile 30 Arasında "Ya Atikarrikab"


22 Haziran 2015 Pazartesi

Bu dua hayat akışınızı değiştirebilir

Peygamber Efendimizden Çok Güzel Bir Dua
Bu dua hayat akışınızı değiştirebilir.
Sübhânallâhi mil'el mizân ve müntehe'l-ilmi ve meblega'r-rizâ ve zinete'l-arş
Hayatımızda hergün okumamız gereken bir dua .. Okuyalım inşaallah ..
Resülullah Efendimiz İmâm-i Ali (Kerremallahü Vecdehü)'ye soruyor:
Sizi ömrünüzün uzun olması sevindirir mi? Sizi rızkınızın bol olması sevindirir mi? Sizi sohbette kalmanız sevindirir mi?
Sizi düşmanlarınıza gâlip gelmeniz sevindirir mi? Sizi süi hâtimeden kurtulmak (son nefeste imanla gitmek) memnun eder mi?
 Elbette eder. Öyle ise akşam ve sabah şu duayı üç defa okuyunuz:
"Sübhânallahî mile'l-mizân ve müntehe'l-ilmi ve meblega'r-rızâ ve zinete'l-arş." 
Bu duayi her sabah ve aksam üç defa okumaya devam etmelidir. Ömrün uzun ve me'sud olması imanla ölmek kabir azabından kurtulmak sırat köprüsünden geçmek ve cennete vasıl olmaya vesile olur. Mânâsı: Mizanın dolusu kadar ilmin sonu kadar 'ın râzı olacağı kadar ve arşın ağırlığı kadar 'ı (c.c.) tesbih ederim. alıntı

Fatiha-i Şerife'nin Esrarı ve Hacet Duası

Fatiha-i Şerife'nin Esrarı ve Hacet Duası

Kim Fatiha-i Şerife'yi  "İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în" e kadar
okur, arkasından 3 tane İhlas-ı Şerifi sonuna kadar okuduktan sonra aşağıdaki duayı 3 defa okursa dileği kabul olur. Allah'ın izni ile duası da makbul olur.

Bismillahirrahmanirrahim.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

١﴾ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٢﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٣﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ﴿٤﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ﴿٥﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦﴾ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ﴿٧

"Elhamdü lillâhi rabbil’alemin. Errahmânir’rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în, İhdinessırâtel müstâkim. Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn."

Anlamı : "Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir. "


İhlas Suresi

Bismillahirrahmanirrahim.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ﴿١﴾ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿٢﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿٣﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ ﴿٤

Okunuşu: Kul hüvellâhü ehad. Allâhussamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.

Anlamı: (Ey Muhammed!) De ki: O Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir.

Okunacak dua :(3 defa okunacak)
"Allâhümmecma.Beyni ve beyne hâceti kema Cema'te beyne esmâike ve sıfatike yâ zel celâli vel ikram"

Çok kuvvetli ve makbul olan hacet duası

Akşam namazını kıldıktan sonra (40) defa okunan aşağıdaki dua kabule şayan bir duadır.Çabuk kabul olması için,3 gün yada 7 gün arka arkaya yapılması uygundur.Ayrıca duayı okuyup bittikten sonra “37 defa Ya Evvel” zikri ve “55 defa Ya Mucib) zikri çekilirse iyi olur.
“Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbil Alemin * Errahmanirrahim * Malike yevmiddin * İyya kenabüdü ve iyya kenestain
* Allahümmecma beyni ve beyne haceti ve matlübi kema cema te beyne esmaike ve sıfatike ya zel celali vel ikram
* İhdinas sıratel mustekim * Sıratellezine en amte aleyhim gayril magdübi aleyhim velad dallin
* Allahümme bi cahi sahibil vesileti seyyidina Muhammedin aleyhissalatü vesselamü
ve ıkdı haceti bi lutfike ve keramike ya ekremel ekramin”

Bu duayı (41) defa okuyanın haceti kabul olur

“Ahmet Ziyâeddin Gümüşhânevi hazretleri buyuruyor ki: “Muyiddin-i Arabî hazretlerine ait aşağıdaki duayı(41) defa okuyup hacetini Allah’a arz eden kimsenin dileği kabul olur.” (M.Ahzâb)

“Bismillahirrahmanirrahıym.YÂ kâdiru Yâ zâhırı Yâ bâtınü yâ latıyfü yâ habîru kavlihül hakku ve lehül mülkü yevme yünfehu fis sûri âlimül ğaybi veş şehâdeti ve hüvel hakimül habir.”

Bekarlar için “evlilik duası”

Hayırlı bir evlilik yapmak isteyen bekar kardeşlerim cuma ezanı vakti (1062) kere “Ya Bais Celle Celalühü” ismi şerifini okuyup,hayırlı bir  evlilik için dua ederlerse  kısmetleri açılır ve evlenirler.

Ümitsizlik içinde olanlar her gün Ya Halim c.c okusun

Yarattıklarına  son derece yumuşak muamele eden.Bağışlaması ve müsaması  sınırsız ,kullarına daima hoş görülür davranan yüce Allah Halimdir.
Ümitsizlik karanalığına  düşen,çaresizlik içinde çırpınan  Allahü Teâlâ’nın El Halim İsm-i şerifine sığınarak her gün sabah güneş doğarken,ikindi namazı  sonrası veya tam gece yarısı  88 defa okumaya  devam eder ise faydasını görücek,Allahü Teâlâ’nın rahmetini ve yardımını görecektir.

İdrar yolları-prostat ve basur hastalığı için DUA

Bu hastalıklar için öncelikle tutulmamak için yada bu hastalıklar var ise şifası için helaya gitmeden önce aşağıdakş dua (3-5-7 yada  21 defa) okunur.
“Eüzü billâhi minel hubsi vel habâis”
Manası: “Maddi ve manevi pisliklerden Allah’a sığınırım”

Çeşitli Dua Ve Zikirler

Ev İçinde Yapılacak Zikirler ve Dualar
Uykuya yatarken
Mümkünse yüz kıbleye doğru gelecek şekilde sağ tarafa yatılır. Şu dualar okunur:
Bismikellahümme emûtu ve ehyâ.
(Allahım! Senin isminle ölür ve dirilirim.)

Rabbi gınî azâbeke yevme teb’asü ibâdek.
(Rabbim! Kullarını dirilttiğin günde beni azabından koru.)

İbadete mani halleri olmayanlar, abdestsiz olsalar bile yatarken birer defa Fatiha, Ayate’l-Kürsi, Kâfirun suresini, ayrıca üçer defa İhlâs, Felâk ve Nas surelerini okuyabilirler. Bunları okumak sünnettir ve kötü ölüm dahil o gece başa gelebilecek bir çok felaket için bir emniyettir. Uykusunda korkan veya başka bir korku sebebiyle uyuyamayan kimselerin Kureyş Suresi’ni okuması, korku ve endişesini giderir.

Cin, şeytan, karanlık, yalnızlık gibi her türlü korku için okunacak çok etkili dualardan biri de şudur:
Eûzü bi kelimâtillahi’t-tâmmeti min gadabihî ve ikâbihî ve min şerri ibâdihî ve min hemezâti’ş-şeyâtîni ve en yehdurûn.
(Allah’ın gazabından, azabından, kullarının kötülüğünden, şeytanların vesveselerinden ve bana yakın olup zarar vermelerinden, Allah’ın mübarek ve mükemmel kelimelerine sığınırım.)

Uyanınca
Elhamdü lillâhillezî ehyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nuşûr.
(Bizi uykuyla bir nevi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Sonuçta dönüşümüz O’nadır.)

Tuvalete girerken
Allahümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habâis mine’ş-şeytan ve cünûdih.
(Allahım! Pis olan şeylerden ve kötü varlıklardan, şeytan ve askerlerinden sana sığınırım.)
Bu dua tuvaletin kapısının dışında yapılır. Dua bitince önce sol ayakla içeri girilir.
Tuvaletten çıkınca
Elhamdü lillâhillezî ezhebe annî mâ yü’zinî ve ebkâ mâ yenfeunî. Gufrânek.
(Bana eziyet ve zarar veren şeyleri benden giderip faydalı gıdaları içimde bırakan Allah’a hamd olsun. Ey Rabbim, beni affet.)
Tuvaletten önce sağ ayakla çıkılır.

Bir şey yer veya içerken
Bismillahirrahmanirrahim.
(Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle başlarım.)
Rahman, Yüce Allah’ın bir sıfatıdır. Tecellisi bütün varlıkları kapsar. Dünyada yarattığı bütün varlıklara acıyan, nimet ve rızık veren, onları koruyan manasındadır.
Rahim, tecellisi özel bir sıfattır. Sevdiklerine özel nimetler veren, ahirette müminlere acıyan, onları azaptan koruyan, çok şefkatli ve çok merhametli olan manasındadır.

Yeme ve içmeden sonra
Elhamdü lillâhillezî etamenâ ve sekânâ ve-cealenâ mine’l-müslimîn.
(Bize nimetlerini yediren, içiren ve bizi müslümanlardan yapan Allah’a hamd olsun.)

Abdestten sonra
Eşhedü enlâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve-rasulüh. Allahümme’calnî mine’t-tevvâbîn ve’calnî mine’l-mütetahhirîn.
(Şahitlik ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve peygamberidir. Allahım! Beni çokça tevbe edenlerden ve güzelce temizlenenlerden eyle.)

Yeni alınan bir elbiseyi giyerken
Elhamdü lillâhillezî kesânî hâze’s-sevbe ve rezakanîhi min gayri havlin minnî velâ kuvvetin.
(Esasen benim hiçbir kuvvet ve desteğim olmadan bu elbiseyi bana giydiren ve onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun.)

Evden çıkıp işe veya bir yere giderken
Bismillâhi âmentü billahi ve tesamtü billâhi tevekkeltü alellah. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.
(Allah’ın ismiyle çıkarım. Ben Allah’a iman ettim, O’na dayandım, işlerimin sonunu O’na havale ettim. Allah’tan başka hiçbir gerçek kuvvet sahibi yoktur.)

Eve girerken
Allahümme innî es’elüke hayre’l-mevlici ve hayre’l-mahrec. Bismillâhi velecnâ ve bismillâhi haracnâ ve alellahi rabbinâ tevekkelnâ.
(Allahım! Senden hayırlı bir giriş ve hayırlı bir çıkış isterim. Biz Allah’ın ismiyle girer, Allah’ın ismiyle çıkarız. Her işimizde Rabbimiz Allah’a güvenir dayanırız.)
Eve girince, çocuk da olsa evdekilere selam verilir. Eğer evde hiç kimse yoksa, meleklerin varlığı düşünülerek şu şekilde selam verilir:
Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn.
(Bize ve Allah’ın salih kullarına selam olsun.)

 Ev Dışındaki Zikir ve Dualar
Camiye girerken
Bismillah. Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed. Allahümmeğfirlî veftah li ebvâbe rahmetik.
(Allah’ın ismiyle girerim. Allahım! Efendimiz Muhammed’e salat ve selam et. Allahım beni affet. Benim için rahmet kapılarını aç.)

Camiden çıkarken
Bismillah. Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed. Allahümmeğfirlî veftah li ebvâbe fadlik.
(Allah’ın ismiyle çıkarım. Allahım! Efendimiz Muhammed’e salat ve selam et. Allahım beni affet. Benim için ihsan ve lütuf kapılarını aç.)

Ezandan sonra
Allahümme rabbenâ ve rabbe hâzihi’d-daveti’t-tâmmeti ve’s-salâti’l-kâime. Âti seyyidenâ Muhammedeni’l-vesilete ve’l-fadîle. Veb’ashü makâmen mahmuden ellezî vaadteh. İnneke lâ tuhlifü’l-mîâd.
(Ey Rabbimiz! Ey şu okunan davetin ve kılınan namazın Rabbi Allahım! Efendimiz Muhammed’e ahirette vesileyi ve büyük fazileti ver. O’nu kendisine vaadettiğin Makam-ı Mahmud’a yükselt. Hiç şüphesiz sen verdiğin sözden dönmezsin.)

Bir ölüm haberi duyunca
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.
(Bizler Allah içiniz ve şüphesiz O’na döneceğiz.)

Bir işe başlarken
Bismillah. Rabbi yessir velâ tuassir. Rabbi temmim bi’l-hayr.
(Allah’ın adıyla başlarım. Rabbim, bu işi bana kolaylaştır, zorlaştırma. Rabbim, bu işi hayırla tamamlamayı nasip et.)

Bir araca binerken
Elhamdülillah. Sübhânellezî sahhara lenâ hazâ ve mâ künnâ lehû mukrinîn. Ve innâ ilâ Rabbinâ lemünkalibûn.
(Allah’a hamd olsun. Bu vasıtayı bizim emrimize veren Allah’ı tesbih eder, yüceltirim. O bunu yaratmasa biz ona sahip olamazdık. Şüphesiz bizler Rabbimiz’e döneceğiz.)

Çarşı ve pazarda
Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yumîtu ve hüve hayyün lâ yemût. Bi yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr.
(Allah’tan başka ilâh yoktur, O tektir, ortağı yoktur. Bütün mülk O’nundur, bütün hamdler O’na layıktır. O öldürür ve diriltir, O diridir, hiç ölmez. İyilikler O’nun elindedir, O’nun her şeye gücü yeter.)

Ağır ve amansız bir hastalığa yakalanınca
Allahümme ahyinî mâ kâneti’l-hayâtü hayran lî. Ve teveffenî izâ kâneti’l-vefâtü hayran lî.
(Allahım! Hayatta kalmak benim için daha hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölüm benim için daha hayırlı olduğu zaman ise canımı al!)

Yıldırım veya deprem anında
Allahümme lâ tektülnâ bi gadabike velâ tühliknâ bi azâbike ve âfinâ kable zâlik.
(Allahım, bizi gazabınla öldürme. Azabınla helâk etme! Bunlardan önce bize afiyet ver.)

Borç sıkıntısına veya ruhi bunalıma düşünce
Allahümme innî eûzü bike mine’l-hemmi ve’l-hazeni ve eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve eûzü bike mine’l-cübni ve’l-buhli ve eûzü bike min galebeti’t-deyni ve kahri’r-ricâl.
(Allahım! Derin üzüntü ve kederden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten, ağır borç içinde ve insanların kahrı altında ezilmekten sana sığınırım.)
Bu dua sabah ve akşam okumaya devam edilmelidir.

Korkak Kişiler İçin Okunacak Dua

Genelde çocukların korkaklığına alışmışızdır. Ancak neredeyse çocuklar kadar, korkak yetişkinler olduğunu da görürüz. Kimimiz duran hayvandan, kimimiz gök gürültüsünden hatta kimimiz Kendi gölgesinden korkar.
Korkaklık hastalığından kurtulmak isteyen kişilere dualar yazdık. Umarız faydalı olur.
1- Fatiha suresini bir kaba yazı sonra bu sureyi yağmur suyu ile sildikten sonra içilirse kişi korkaklıktan kurtulur.
2- Korku hastalığına kapılmış kişi Ya Latif ismi şerifini ve ‘La tüdrikühül ebsara ve hüve yüdrikül ebsara ve hüvel latıyfül habiyr’ ayeti kerimesini 160 defa okumaya devam ederse bu rahatsızlıktan kurtulur.
3- 12 defa Ya Azimü  deyip vücudunu sıvazlayan kişi korkudan kurtulur.
4- Korku ve panik içerisinde olan kişinin ensesinden tutularak 7 defa Ya Rakıybü denilirse o halden çıkar.

19 Haziran 2015 Cuma

Aziz Mahmud Hüdayi (rh) Duasi

Üftâde Hazretlerinin talebesi, Anadolu’da yetişen evliyâların büyüklerinden olan ve pek çok padişahın üstâdı ve mürşidi makamında bulunan, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretlerinin vefatının bugün sene-i devriyesidir. (m.1628)
Bu mümtâz zâtın, Üsküdar’da kurduğu dergâh, kısa zamanda her tabakadan insana hitâb eden ma‘neviyât ve irfân mektebi hâline geldi. Cihan sultanlarının teveccüh ve alâkasını celb etti. Onları da dergâhın dervişleri arasına kattı.
Özellikle III. Murad Han, I. Ahmed Han, II. Genç Osman Han ve IV. Murad Han, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin yakın irşâdına mazhar oldular. Hüdâyî Hazretleri, bunlardan IV. Murad Han’ın kılıç kuşanma merâsiminde bizzât bulunmuş ve âdet olduğu üzere Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin türbe-i saadetlerinde Hazret-i Ömer’in kılıcını yeni padişaha bizzât kuşandırmıştır.
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin Sultan Birinci Ahmed Han’ın talebi üzerine yaptığı şu duâsı ne kadar ma‘nâlı ve güzeldir:
“Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip ruhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!”

Ramazan Ayının Bereketi Fırsatı Kaçırmayalım

Bin Aydan Daha Hayırlı Olan Ramazan'ı Şerif Ayı Sonsuz Rahmet ve Berektleri İle Geldi. Bu Ay Tövbelerin Kabul Olduğu Rabbimizin Katında Çok Değerli Bir Ay Kıymetini Bilelim.
Ramazân-ı Şerif'in ilk on günü yüz defa söyleyelim ...

''Yâ Erhamer Râhîmîn''

''Ey acıyanların en merhametlisi''
https://www.facebook.com/cubbeliahmethoca

Ramazân-ı Şerif'in ilk on günü yüz defa söyleyelim

Ramazân-ı Şerif'in ilk on günü yüz defa söyleyelim ...

''Yâ Erhamer Râhîmîn''

''Ey acıyanların en merhametlisi''

18 Haziran 2015 Perşembe

Dua Zamanı

“Ya mukallibel kulub kallib kulübena ila muhabbetike.”
“Ey kalpleri istediği gibi evirip çeviren Allahım Bizim kalbimizi muhabbetine çevir.”

17 Haziran 2015 Çarşamba

Peygamber Efendimizden Ramazan Başlangıç Duası

Hz. Muhammed  (s.a.v.) ramazan ayının hilalini gödüğünde yukarıdaki dıayı yaparmış. Rabbim dularınız kabul etsin.
Kaynak :
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Resmi  Sayfasın alınmıştır.
http://www.cubbeliahmethoca.tv/ Resmi Sayfasıdır
https://www.facebook.com/cubbeliahmethoca

Peygamber Efendimizden Ramazan Başlangıç Duası

Hz. Muhammed  (s.a.v.) ramazan ayının hilalini gödüğünde yukarıdaki dıayı yaparmış. Rabbim dularınız kabul etsin.
Kaynak :
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Resmi  Sayfasın alınmıştır.
http://www.cubbeliahmethoca.tv/ Resmi Sayfasıdır
https://www.facebook.com/cubbeliahmethoca

16 Haziran 2015 Salı

Ramazan-ı Şerif Boyunca 19:30 Canlı Sohbet

Cübbeli Ahmet Hocaefendi Ramazan-ı Şerif' boyunca her akşam canlı sohbeti ile 19.30 da Lalegül Tv ekranlarında...

HADİS ZAMANI - SÖZÜNDE DURAN CENNETLİKTİR.

SÖZÜNDE DURAN CENNETLİKTİR.
Talha İbnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm'dan soruyormuş.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gece ve gündüzde beş vakit namaz" demişti ki adam tekrar sordu: "Bu beş dışında bir borcum var mı?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ramazan orucu da var" deyince adam: Bunun dışında oruç var mı? diye sordu.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır!" Ancak dilersen nâfile tutarsın" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâtı hatırlattı.
Adam: "Zekât dışında borcum var mı?" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, ama nâfile verirsen o başka!" dedi. Adam geri döndü ve gider ayak: "Bunlara ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir" buyurdu. Veya "Sözünde durursa cennetliktir" buyurdu.
Ebu Dâvud'da "Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde dursun" şeklinde te'kidli olarak gelmiştir.
Buhârî, İman 34; Müslim, İman 8, (11); Nesâî, Siyâm, 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 1, (391); Muvatta, Kasru's-Salât fi's-Sefer 94, (1, 175).

15 Haziran 2015 Pazartesi

Cübbeli Ahmet Hoca -Samsun Sohbeti (13.06.2015)

Cübbeli Ahmet Hoca -Samsun Sohbeti (13.06.2015)
Cübbeli Ahmet Hoca -Samsun Sohbeti (13.06.2015)

12 Haziran 2015 Cuma

Manevi İşaret Üzere Çekilecek Zikirler

14 Haziran Pazar 2015 Kadar Çekilecek Zikirler
"Hasbinallah ve nimel vekil"  450 Defa

 (tane fetih suresinin ilk ayeti)
 "İnna fetahna leke fetham mübına" 1000 Adet 
Anlamı : Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik.

"Lailaheilla ente subhaneke inni kuntuminezzalimin" 313 defa

Büyük hocalardan msj geldi bunlar her gün cekilecek insaallah islam icin lütfen gevseklik yapmayalim kurunun yanında yaşı da yakmayalım.

10 Haziran 2015 Çarşamba

GÖK KAPILARINI TİTRETEN DUA..(.İsmi Azam Duası)

GÖK KAPILARINI TİTRETEN DUA..(.İsmi Azam Duası)
BU DUAYI OKUYALIM,PAYLAŞALIM RABBİM YARDIM MELEKLERİNİ SEFERBER ETSİN..İNŞAALLAH..

" Ya Vedud! Ya Vedud! Ya Ze'l-arşi'l-mecîd! Ya Mübdi, Ya Mu'id! Ya Fe'aalün lima yürid! Eselüke bi-nuri vechike'l-lezi mele'e erkane arşike ve es'elüke bi-kudretike'l-leti kadderte biha halkake ve bi rahmetike-lleti vesiat külle şeyin. La ilahe illa ente. Ya Muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! "

Mümin tâcirin duâsı bitmişti ki, çok garip bir hâdise meydana gelir. Birden beyaz bir at üstünde yeşil elbiseli, elinde de harbe olan bir süvâri peydâ oldu. Eşkıyâ şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. Eşkıyâ, tâciri ve malları unuttu, ortaya çıkan bu süvâriye saldırdı. Süvâri, bir darbe ile eşkıyayı yere düşürdü.
Süvâri, tâcire dönerek: “Öldür bu eşkıyayı" dedi.
Mümin tâcir: "Ben hayatımda kimseyi öldürmedim, insan öldürmeyi hoş görmem. Beni bağışla."dedi.
Sonra süvâri, eşkıyâyı bir darbe ile öldürdü.
Tâcir sordu: “Sen kimsin?"
Süvâri: “Ben üçüncü kat gökte duran bir meleğim. Bu adamı öldürmeyi Allah Teala bana nasip etti. Sen namazından sonra ellerini kaldırıp duaya başladığında, gök kapılarının çalındığını duyduk, öyle şiddetle çalınıyordu ki. Mühim bir hadisenin olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua ettiğinde, Allah Teala, Cebrail Aleyhisselam'ı görevlendirdi.
Cebrail Aleyhisselam şöyle dedi:
‘Dua eden falan mümini kim kurtaracak"Ben talep ettim de görevlendirdiler. Ey Allah Teala'nın mümin kulu! İyi bil ki! Senin yaptığın bu duayı kim yaparsa Allah Teala onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.”
Bu hadiseden sonra mümin tâcir, yola koyulur ve Medine'ye varır. Soluğu Kâinatın Efendisi'nin huzurunda alır ve başından geçen hadiseyi anlatır. Taciri dinleyen Kâinatın Efendisi(S.A.V) şöyle buyurur:
"Muhakkak ki, Allah Teala sana Esma-ül Hüsna'yı telkin etmiş. O isimlerle Allah Teala'ya dua edilirse, istenen verilir.
KAYNAK: (İsm-i azam, “Ve ilahüküm ilahün vahid, la ilahe illa hüverrahmanürrahim” âyeti ile “Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum” âyeti içindedir.) [Tirmizi] [Bekara 162. ve Al-i İmran 2. âyetleridir.]

Günahsız Ölmeye Vesile Olan Zikir

Günahsız Ölmeye Vesile Olan Zikir
1) Lâ ilâhe illallâhu vahdehu ve Allahu ekber.
2) Lâ ilâhe illallâhu vahdeh
3) Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh.
4) Lâ ilâhe illallâhu lehül'mülkü velehül'hamd.
5) Lâ ilâhe illallâhu ve la havle vela kuvvete illa billâh.

Bu hadisi şerifin müjdesi bir gün içinde kim bunu okursa veya bir gece içinde okursa yahut bir ayın içinde okursa veya okuduğu gün ölürse veya okuduğu gece,gece çıkmadan ölürse veya okuduğu ayın içinde ölürse günahları affedilmiş olarak ölür. Günahsız ölür.
(Hatib, Târihu Bağdad,no:597, 2-181, Nesâi es-Sünenü'l kübra, no:9773)
Hadis-i Şerifin ravisi Eğarr Ebu Muslim(radiyallahu anh) dedi ki:
"İşte her kim bu kelimeleri öleceği zaman söylerse (cehennem) ateş(i) ona dokunmaz."
(İbnu Mace, edeb:54,no:3794)

Ramazan'a Başlarken Kılınacak Namaz

RAMAZAN-I ŞERİFTE GÜN GÜN FAZİLETLİ AMELLER VE SEVAPLARI

Sıkıntı Anında Yapılan Dua

Sıkıntı Anında Yapılan Dua
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ، سُبْحَانَكَ إِنيِّ كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
“La İlahe İlla Ente, Subhaneke İnnî Kuntu Mine’z-Zalimîn.”
Duanın Manası: “Allah’ım! Senden başka hakkı ile ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Seni tüm noksan sıfatlardan tenzih ederim. Kuşkusuz ki ben zâlimlerden oldum.”
Tirmizi 3734

8 Haziran 2015 Pazartesi

Şems-i Tebrizi

Şems-i Tebrizi
“En çok kimi seviyorsan; seni en fazla o yorar ki, bu tuhaftır.
 En çok kim yoruyorsa; en fazla onunla huzur bulursun ki, bu daha da tuhaftır.”

ŞEMS-İ TEBRÎZÎ


Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Mevlânâ Muhammed bin Ali olup, Tebrîzlidir. “Şemseddîn=dinin güneşi” lakabıyla meşhûrdur. 645 (m. 1247) senesinde Konya’da şehîd edildi.

Şems-i Tebrîzî şöyle anlatır: “Henüz ilk mektepde idim. Daha bülûğ çağına girmemiştim. Peygamber efendimizin sevgisi bende öyle yer etmişti ki, kırk gün geçtiği hâlde, O’nun muhabbetinden aklıma yemek ve içmek gelmezdi. Ba’zan yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yahut başımla reddederdim. Göklerde olan melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdekilerin hâllerini müşâhede ederdim. Hocam Ebû Bekr, hâllerimi haber vermekten beni men ederdi.”

Şems-i Tebrîzî, Ebû Bekr-i Kirmânî’den ve Baba Kemâl-i Cündî’den feyz aldı. Onunla beraber, Baba Kemâl’in yanında, Şeyh Fahreddîn-i Irakî de ders almakta idi. Şeyh Fahreddîn, her keşf ve hâlini, şiirler hâlinde Baba Kemâl’e bildirdi. Birgün Baba Kemâl, Şemseddîn’e; “Sana esrârdan ve hakîkatlerden birşey hâsıl olmuyor mu? Neden hiç söylemiyorsun?” dedi. Cevâbında; “Ondan daha çok oluyor. Fakat, ben onun gibi şiir söyliyemiyorum” dedi. Baba Kemâl buyurdu ki: “Allahü teâlâ, sana öyle bir arkadaş ihsân eder ki, o senin adına her ma’rifet ve hakîkatleri söyler” buyurdu. Şems-i Tebrîzî hocasını çok sever, derslerine çok çalışırdı. Bu bağlılık ve çalışmasının sonunda, kısa zamanda zâhirî ve batınî ilimlerde yüksek derecelerin sahibi oldu.

Şems-i Tebrîzî, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) güzel ahlâkını örnek alıp, bütün işlerini, âdetlerini, ahlâkını O’na uydurmaya gayret ederdi. Şayet bir kimseden rahatsız olsa; “Yâ Rabbî! Bu kimsenin malını ve çocuklarını çok eyle” derdi. Çünkü, Peygamber efendimiz de böyle duâ ederdi. Resûlullah efendimizin bedduâ etmek âdetleri değildi.

Şems-i Tebrîzî buyurdu ki: “Eğer bir kimse bana âhıretim ile ilgili bir defa iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defa yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir.”

Şems-i Tebrîzî hazretleri her nerede bir cenâzeyi görse; “Ah! Bu cenâzenin yerinde ben olsaydım. Onun yerine beni defn etselerdi” derdi. Bunu işitenler, “Niçin böyle söylüyorsun?” dediklerinde, onlara; “Aşık olanlar maşuklarına bir an önce kavuşmak isterler. Maksatlarına en kısa zamanda ulaşmaları makbûl değil midir?” diye cevap verirdi.

Kendisine bir şey ikram etseler veya birşey istediğinde getirseler, onlara mutlâka karşılığında birşey verirdi. Ayrıca bu iyiliği yapanlara teveccüh ve duâ ederdi. Onun duâsına kavuşanların kalb gözleri açılır, keşif sahibi olurlardı.

Şems-i Tebrîzî hazretleri dünyâya hiç kıymet vermez, haram ve şüphelilerden son derece sakınır, mübahların fazlasını dahi terk ederdi. Bir yerde durmaz, talebelerin bulundukları yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan, yorulmadan pekçok yerlere gitti: Bunun için kendisine “Uçan güneş” de derler idi. Şems-i Tebrîzî, seyahat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için duâ ederdi. Israrla yaptığı bu duâların neticesi olarak rü’yâsında; “Konya’da bulunan Celâleddîn-i Rûmî’ye gidip onun yetişmesinde yardımcı olması” bildirildi. Şems-i Tebrîzî, Allahü teâlâya şükür ederek; “Böyle dosta canım feda olsun” dedi.

Şems-i Tebrîzî hazretleri Şam’dan Konya’ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devam ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, câmide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak dedi ki: “Burada yatılmaz kalk!” Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak dedi ki: “Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garîbim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım.” Câmiyi kilitlemek için gelen dedi ki: “Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim.”

Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayarak sessizce kapıdan dışarı çıktı. Câmiden çıkmasını istiyen onun arkasından bakarken, aniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine; “İmdat boğuluyorum” diye bağırmaya başladı. Bunun sesini işiten İmâm koşarak geldi. Ona; “Ne oldu, niye bağırıyorsun?” diye sordu. Kayyûm durumu anlatınca, hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti. Kendisine dedi ki: “Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin!” Şems-i Tebrîzî hazretleri İmâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde buyurdu ki: “Onun işi benden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak imânla ölmesi için duâ edebilirim.”

Şems-i Tebrîzî, Konya’ya gelip Şekerciler ismindeki hana indi. Günlerini orada geçirirken, birgün kapıda oturmuş Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu. O sırada Mevlânâ hazretleri talebeleriyle oradan geçerken, kapı önünde tefekkür hâlindeki, kıyâfetinden yabancı olduğu anlaşılan Şems hazretlerine baktı, ona selâm verdi. Ve yoluna devam etti. Kendi kendine de; “Bu, yabancı bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nurlu bir yüzü var” diye düşünürken aniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü. Atı durduran Mevlânâ hazretleri, elin sahibinin o yabancı olduğunu görünce; “Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?” dedi. O kimse; “İsminizi öğrenmek istiyorum.” deyince, o da; “Mevlânâ Celâleddîn Muhammed” diye cevap verdi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî; “Bir suâlim var. Acaba Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?” diye sordu. Böyle bir soruyu ilk defa duyan Mevlânâ hazretleri; “Elbette ki Muhammed aleyhisselâm efendimiz büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd O’nun hürmetine yaratıldı” dedi. Bu cevâbı bekleyen Şems-i Tebrîzî; “Peki, Muhammed aleyhisselâm; “Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!” dediği hâlde, Bâyezîd-i Bistâmî, niçin “Sübhânî, benim şânım ne yücedir” diye söyledi. Bunun hikmetini söyler misiniz?” diyerek tekrar sordu. Mevlânâ hazretleri, buna da şöyle cevap verdi: “Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) mübârek kalbi öyle bir derya idi ki, ona ne kadar ma’rifet, aşk-i ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, Allahü teâlânın sevgisi dolsa onu içine alır, onu kuşatırdı. Hattâ daha çoğunu isteyip; “Yâ Rabbî! Verdiğin bu ni’metleri daha da arttır” buyurdu. Fakat, Bâyezîd-i Bistâmî’nin kalbi o kadar geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemiyerek ufak bir tecellî ile dolup taşardı. Az bir feyzle taşınca da böyle şeyler söylerdi.” Bu izahata hayran kalan Şems-i Tebrîzî, “Allah” diyerek yere yığıldı. Bayılmıştı. Mevlânâ hazretleri, hemen atından inerek Şems-i Tebrîzî’yi kucakladı, ayağa kaldırdı. Bu nûr yüzlü zâta çok ısınmışta, kalbinde o kadar muhabbet hâsıl olmuştu ki, aydınca büyük bir hürmet ve edeb ile evine götürdü. Bu zâtın, geleceğini ilk hocası Seyyid Burhâneddîn hazretlerinin söylediği Şems-i Tebrîzî olduğunu öğrenince; “Ey muhterem efendim! Gerçi evimiz size lâyık değil ise de, zât-ı âlinize sâdık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlâtlarınızdır” diyerek hizmetine koşmaya başladı. Gece-gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinlemeye başladı. Ondan hiç ayrılmıyor, talebelerine ders vermeye, insanlara câmide va’zü nasîhata gitmiyordu. Yanlarına dahi, hizmetlerini görmek üzere büyük oğlu Sultan Veled girebilirdi. Hergün Şems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde tefekkür ederler, namaz kılarlar, cenâb-ı Hakkı zikrederek muhabbetlerini tazelerlerdi. Birgün Mevlânâ havuz kenarında idi. Yanında kitaplar vardı. Şemseddîn gelip, kitapları sordu ve onları suya attı. Kitapların suya atılması üzerine, Mevlânâ; “Ah! babamın bulunmaz yazıları gitti” diyerek çok üzüldü. Şemseddîn, elini uzatap herbirini aldı. Hiçbiri ıslanmamış görüldü. Mevlânâ, “Bu nasıl işdir?” dedi. “Bu zevk ve hâldir. Sen anlamazsın” buyurdu. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî’nin bu kerâmetini görünce, ona olan bağlılığı daha da artıp; sarsılmaz bir kale gibi oldu. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled, onların hâllerini şöyle anlatır: “Ansızın Şems-i Tebrîzî hazretleri gelip babam ile görüştü. Babamın gölgesi, O’nun nûrunda yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etrâflarında kendilerinden başkasını görmüyorlardı. Şems-i Tebrîzî, babama ma’rifetten, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ince bilgilerden ve ona muhabbetten bahsediyordu. Babam da bunları büyük bir haz ile dinliyordu. Eskiden herkes babama uyardı, şimdi ise, babam, Şems’e uyar oldu. Şems babamı muhabbete da’vet ettikçe, babam, Allahü teâlânın muhabbetinden yanıp kavrulurdu. Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir ân ayrılmıyordu. Bu şekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam pek büyük ma’nevî derecelere yükseldi.”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi’ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ bunları Şems-i Tebrîzî’ye havale etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler.

Şems-i Tebrîzî mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî “Sorun” buyurdu. İçlerinden birini reîs seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: “Allah var dersiniz. Ama görünmez, göster de inanalım.” Şems-i Tebrîzî buyurdu ki:

“Öbür sorunu da sor!” “Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz, hiç ateş ateşe azâb eder mi?” Şems-i Tebrîzî: “Peki öbürünü de sor!” “Ahırette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamanın kadısına gidip, Tebrîzî’yi şikâyet etti ve; “Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu” dedi. Şems-i Tebrîzî; “Ben de sâdece cevap verdim” buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî de şöyle anlattı: “Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.” O kimse şaşırarak; “Ağrıyor ama gösteremem” dedi: Şems-i Tebrîzî; “İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Halbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; “Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mes’ele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhıret hayâtında niçin hak aranmasın?” buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

Şems-i Tebrîzî ile Mevlânâ, mehtaplı bir gecede medresenin damında oturmuş sohbet ediyorlardı. Bir ara Şems, etrâfına bir göz gezdirerek; “Hiçbir pencereden ışık görünmüyor, herkes ölü gibi yatıyor. Keşke uyanık olsalar da, âhıret için birazcık çalışıp, kıyâmet gününde güç durumda kalmasalar. Yoksa bu halleriyle ölüden farkları yok” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ hemen ellerini kaldırıp; “Yâ Rabbî! Şems-i Tebrîzî hazretlerinin hürmetine bu uykuda ölü gibi yatan kullarını uyandır” diye duâ etti. Duânın akabinde, gökyüzünde bir anda bulutlar toplanmaya, şimşekler çakmaya ve gök gürlemeye başladı. Bu şiddetli gürültülerden uyuyan herkes uyandı. Yakın evlerden “Allah! Allah!” sesleri gelmeye başladı. Bir müddet bu sesleri dinlediler ve Şems; “İnsanların, Rabbimizin hıfz-u emânında (korumasında) olabilmeleri için, âlim, kâmil bir rehbere ihtiyâçları vardır. Ancak böyle bir rehbere kavuşanlar, yer ve gök âfetlerinden, maddî ve ma’nevî bütün zararlardan korunabilirler. Görüldü ki, şu insanların uykudan uyanıp “Allah! Allah!” demeleri, gök gürlemesinden dolayıdır. Onun gibi, bu insanların hakikî uykudan uyanmaları, cenâb-ı Hakkın sevdiği bir âlimi veya evliyâsı sebebiyle olmaktadır” buyurdu.

Mevlânâ birgün talebelerine, Şems-i Tebrîzî hazretlerinin üstünlüklerinden, ba’zı kerâmetlerinden ve onun üstün vasıflarından bahsetti. Bunları işiten Sultan Veled anlattı ki; “Babam Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî’yi o kadar çok medhetti ki, hemen Şems’in huzûruna koştum. Geldiğimi görünce; “Ey Behâeddîn! Baban Mevlânâ’nın hakkımda söyledikleri doğrudur. Fakat, Mevlânâ’nın yanında bin tane Şems, onun yanında zerreler gibi kalır. Bunun için onu bırakıp da benim hizmetime gelmek münâsip olmaz” buyurdu.

Şems-i Tebrîzî hazretleri birgün kalb gözüyle gayb âlemini seyrederken, kırkbin talebesi olan evliyânın büyüklerinden birini gördü. Ellerini açmış, büyük bir gönül kırıklığı içerisinde cenâb-ı Hakka; “Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!” diye duâ ediyordu, öyle bir yalvarışı vardı ki, bütün rûhlar, onunla birlik olmuşlar, “Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!” diyorlardı. Şems-i Tebrîzî de o anda cenâb-ı Hakka münâcaat edip, yalvardı. Bu sırada yalvarışlarına cevap olarak; “İste ey Şems! Bütün dileklerin yerine getirilecek” diyen bir ses işitti. Bu cevap üzerine Şems-i Tebrîzî, “Yâ Rabbî! Sana bütün rûhlarla birlikte “Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!” diye yalvaran bu evliyâ kuluna ihsân eyle” dedi. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin bu şefaatiyle, o evliyâ kul, derhal isteğine kavuştu.

Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî hazretlerin zâhirî ve batınî çalışmaları devam ederken, onların bu sohbetlerini hazmedemiyen ve Mevlânâ’nın kendi aralarına katılmamasına üzülen ba’zı kimseler, Şems-i Tebrîzî hakkında uygun olmayan sözler söylemeye başladılar. Bu söylentiler, Mevlânâ’nın kulağına kadar geldi. Diyorlardı ki: “Bu kimse Konya’ya geleli, Mevlânâ bizi terk etti. Gece gündüz hep birbirleriyle sohbet ediyorlar da, bizlere hiç iltifât göstermiyorlar. Yanlarına kimseyi de koymuyorlar. Mevlânâ, Sultân-ül-ulemâ’nın oğlu olsun da, Tebrîz’den gelen, ne olduğu belli olmayan bu kimseye gönül bağlasın. Onun için bize sırt çevirsin. Hiç Horasan toprağı ile (Mevlânâ hazretlerinin memleketi) Tebrîz toprağı bir olur mu? Elbette Horasan toprağı daha kıymetlidir.” Bu söylentilere Mevlânâ; “Hiç toprağa i’tibâr olunur mu? Bir İstanbullu, bir Mekkeliye galip gelirse, Mekkelinin İstanbulluya tâbi olması hiç ayıp sayılır mı?” diyerek cevap verdi. Fakat söylentiler durmadı. Şems-i Tebrîzî hazretleri artık Konya’da kalamıyacağını anladı. O çok kıymetli dostunu, o mübârek ahbabını bırakarak Şam’a gitti.

Şems-i Tebrîzî’nin gitmesi Mevlânâ’yı çok üzdü. Günler geçtikçe ayrılık acısına sabredemiyor, kendisinde tahammül edecek bir hâl bırakmıyordu. Şems’in ayrılık hasreti ve muhabbeti ile yanıyordu. “Şems! Şems!” diyerek ciğeri yakan kasideler söylüyor, göz yaşlarıyla dolu yazdığı mektûpları Şam’a, Şems-i Tebrîzî hazretlerine gönderiyordu. Eğer bir kimse; “Şems’i gördüm” diye yalan söylese, ona müjdelik olarak üzerindeki elbisesini verirdi. Bir defasında birisi; “Şems-i Tebrîzî’yi Şam’da gördüm. Sıhhati yerindeydi” dedi. Mevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepisini verdi. Orada bulunan diğer bir kimse; “O, Şems-i Tebrîzî’yi görmedi. Yalan söylüyor” deyince, Mevlânâ da; “Ona verdiğim bu elbiseler, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir. Onun hakiki haberini getirene canımı veririm” diye cavap verdi. Böylece aylar geçti. Mevlâna artık dayanamayacağını anlayınca, oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndermeye karar verdi. Oğlunu çağırıp; “Sür’atle Şam’a varıp, filanca hana gidersin. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin o handa bir genç ile sohbet ettiğini görürsün. O genci küçümseme sakın. O, Allahü teâlânın sevdiği evliyânın kutuplarından biridir. Selâmımı ve duâ isteğimi kendilerine bildir, İçinde bulunduğum şu vaziyetimi, hasretimi dile getir. Buraya acele teşrîflerini tarafımdan istirhâm et” dedi. Sultan Veled, hemen hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Şam’da, babasının ta’rîf ettiği handa, Şems-i Tebrîzî’yi bir gençle konuşuyor buldu. Durumu dilinin döndüğü kadar anlattı. Konya’da bu hadîseye sebeb olanların tövbe ettiğini ve Mevlânâ’dan çok özürler dilediklerini de sözüne ekledi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, Konya’ya tekrar gitmeye karar verdi. Hemen yola çıktılar. Sultan Veled, Şems hazretlerini ata bindirdi, kendisi de arkasında yaya olarak yürüyordu. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled’in ata binmesi için ne kadar ısrar ettiyse, o; “Sultânın yanında hizmetçinin ata binmesi bizce yakışık almaz.” diyerek ata binmedi Sultan Veled, Konya’ya yaklaştıklarında Mevlânâ’ya haberci gönderip, Konya’ya girmek üzere olduklarını bildirdi. Mevlânâ hazretleri müjdeyi getirene o kadar çok hediye verdi ki o kimse zengin oldu. Konya’da tellâllar bağırtılarak, Şems’in Konya’ya teşrîf etmek üzere olduğu bildirildi. Konya’da başta padişah olmak üzere, ileri gelen vezirler hâkimler, zenginler ve bütün halk yollara döküldü. Büyük bir bayram havası içinde mübârek velî Şemseddîn Tebrîzî hazretlerini karşılamaya çıktılar. Öğleye doğru Şems-i Tebrîzî ile Sultan Veled göründüler. Sultan Veled, atın yularından tutmuş, Şems de atın üzerinde, başı önünde ağır ağır ilerliyorlardı. Bu muhteşem manzarayı seyredenler, büyük bir heyecana kapıldılar. Mevlânâ koşarak ilerledi, atın dizginlerine yapıştı. Göz göze geldiler. Şems’in attan inmesine yardım eden Mevlânâ, üstadının ellerinden sevinç gözyaşları arasında doya doya öptü. Bu arada yanık sesli hâfızler Kur’ân-ı kerîm okumaya başladılar. Herkes büyük bir haz içinde Kur’ân-ı kerîmi dinledikten sonra, sıra ile Şemseddîn-i Tebrîzî hazretlerinin ellerini öptüler. Sonra Mevlânâ’nın medresesine geldiler. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled’in kendisine gösterdiği hürmeti ve yaptığı hizmetleri Mevlânâ’ya anlattı. Bundan çok memnun olduğunu bildirerek; “Benim bir serim (başım), bir de sırrım vardır. Başımı sana feda ettim. Sırrımı da oğlum Sultan Veled’e verdim. Eğer Sultan Veled’in, bin yıl ömrü olsa da hepsini ibâdetle, geçirse, ona verdiğim sırra, ya’nî evliyâlıkta yükselmesine sebeb olduğum derecelere kavuşamaz” dedi.

Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî, eskisi gibi yine bir odaya çekilip sohbete başladılar. Hiç dışarı çıkmadan, yanlarına oğlundan başka kimseyi sokmadan, ma’nevî bir alemde ilerlemeye başladılar. Halk, Şems, gelince Mevlânâ’nın sâkinleşeceğini, aralarına katılıp, kendilerine nasihat edeceğini, sohbetlerinden istifâde edeceklerini ümîd ederlerken, tam tersine, eskisinden daha fazla Şems’e bağlandığını ve muhabbetinin ziyâdeleştiğini gördüler.

Sirâceddîn anlatır: “Kış mevsiminin ortası idi. Bir kimse bahçesine gül dikmişti. Bunu Şems-i Tebrîzî’nin bulunduğu bir mecliste; “Efendim! Ben bu günlerde bahçeye gül ağacı diktim. Acaba tutup gül verir mi? Yoksa emeğim boşa mı gider?” diye sordu. Bu kimsenin tereddütlü hâlini gören Şems-i Tebrîzî; “Cenâb-ı Hak isterse, böyle sebepsiz de yaratır” derken, hırkasının altından bir demet gül çıkardı. Orada bulunan bizler bu kerâmeti görünce, hayretimizden şaşırıp kaldık.”

Sultânın bir oğlu vardı. Çok yiğit ve yakışıklı idi. Fakat birşeyi hemen ezberleyemez çok kısa zamanda da unuturdu. Hocaları, onun unutkanlığından usanmışlardı. Babası birgün Şems-i Tebrîzî’nin huzûruna gelip, oğlunun durumunu anlattı ve himmetini istirhâm edip, Kur’ân-ı kerîm öğretmesini istedi. Şems-i Tebrîzî de kabûl buyurup; “İnşâallah hergün Kur’ân-ı kerîmin bir cüz’ünü (yirmi sahife) ezberler” dedi. Orada olan herkes bu söze şaşırdılar. Ertesi günden i’tibâren, çocuk derse gelmeye başladı ve hergün yirmi sahifeyi ezberledi. Bir ayda Kur’ân-ı kerîmin tamâmını ezberlemiş oldu.

Şems-i Tebrîzî hazretleri, Mevlânâ’yı evliyâlık makamlarının en yüksek derecelerine çıkarmak için elinden gelen bütün tedbirlere başvuruyor, her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptırıyordu. Günler bu şekilde devam ederken, halk, Mevlânâ’nın hiç görünmemesinden dolayı Şems’e kızmaya başladılar. Birgün bu söylenenleri Şems-i Tebrîzî işitince, Sultan Veled’e dedi ki: “Ey Veled! Hakkımda yine sû-i zan etmeye başladılar. Beni Mevlânâ’dan ayırmak için, söz birliği etmişler. Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak!”

645 (m. 1247) senesi Aralık ayının beşine rastlayan Perşembe gecesiydi. Mevlânâ ile Şems hazretleri yine odalarında sohbet ediyorlar, Allahü teâlânın muhabbetinden ve çeşitli evliyâlık makamlarından anlatıyorlardı. Birara kapı çalındı ve Şems hazretlerini dışarı çağırdılar. Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ’ya; “Beni katletmek için çağırıyorlar” dedi ve dışarı çıktı. Dışarda bir grup kimse, bir anda üzerine hücum ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin “Allah!” diyen sesi duyuldu. Mevlânâ hemen dışarı çıktı. Fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. Derhal oğlu Sultan Veled’i uyandırıp, durumun tetkikini istedi. Yapılan bütün araştırmalarda Şems-i Tebrîzî hazretlerinin mübârek cesedini bulamadılar. Bu cinâyeti işleyenler yedi kişi idi. İçlerinde, Mevlânâ’nın oğlu Alâeddîn de vardı. Yedisi de kısa bir süre sonra çeşitli belâlara yakalanarak öldüler. Bir gece Sultan Veled, rü’yâsında Şems-i Tebrîzî’nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü. Uyanınca, yanına en yakın dostlarından birkaçını alarak, gördüğü kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamıştı. Mevlânâ’nın medresesine defn ettiler.

Şems-i Tebrîzî’nin kıymetli sözlerinden ba’zıları:

Şems-i Tebrîzî hazretlerine bir kimse sordu; “Efendim! Ma’rifeti bana anlatır mısınız?” O da; “Bir gönül ki, Allahü teâlânın muhabbetiyle yanıp, onunla hayat buluyorsa, bu ma’rifettir.” Soruyu soran; “Peki ben ne yaparsam bu ma’rifeti elde edebilirim?” diye tekrar sordu. “Bedeni terk ederek. Çünkü Allahü teâlâ ile kul arasındaki perde, kişinin bedenidir. Allahü teâlâya vâsıl olamaya mâni olacak şey dört tanedir: 1. Şehvet, 2. Çok yemek, 3. Mal ve makam, 4. Ucb ve gurûr, İşte bu dört şey, kulun cenâb-ı Hakka ulaşmasına mânidir.”

Bir defasında da şöyle buyurdu: “Velîler, Allahü teâlâyı zikretmekten yorulmazlar ve O’nun muhabbetine doymazlar. Onların yanında dünyânın hiçbir kıymeti yoktur. Onlar, her ân Allahü teâlâyı zikr ederler, şükr ederler, ibâdete devam ederler. Bir kalbden bütün arzu ve istekler çıkarsa, orada Allahü teâlânın sevgisinden başka bir sevgi kalmaz.”

“İlim olmayan bir beden,
suyu olmayan şehre benzer.”

Şems-i Tebrîzî hazretlerine, “İnsanların en üstünü, kıymetlisi kimdir?” diye sordular. Cevâbında; “Şu dört kimsenin kıymeti, Allahü teâlâ katında yüksektir: 1. Şükreden zengin, 2. Kanaatli ve sabreden fakir, 3. İşlediği günahlara pişman olup, Allahü teâlânın azâbından korkan kimse, 4. Takvâ, vera’, zühd sahibi; ya’nî haramlardan sakınıp, şüpheli korkusuyla mübahların çoğunu terkederek dünyâya zerre kadar meyletmiyen âlimdir” buyurdu. “Bu kıymetli insanların içinde en üstün olanı hangisidir?” diye sordular. Buyurdu ki: “İlim ve hilm sahibi âlimlerdir.”

Cömertliği sordular, buyurdu ki: “Dört türlü sehâvet (cömertlik) vardır 1. Mal cömertliği; zâhidlere mahsûstur. Onlar malı verirler, ma’rifeti, Allahü teâlâyı tanımayı alırlar. 2. Beden cömertliği; müctehid olan âlimlere mahsûstur. Onlar da Allahü teâlânın yolunda vücutlarını harcarlar ve hidâyeti alırlar. 3. Can cömertliği; şehidlere mahsûstur. Onlar da canlarını vererek Cenneti alırlar. 4. Kalb cömertliği; âriflere mahsûstur. Onlar da gönül vererek muhabbeti alırlar.”

Birgün dostlarına şöyle nasîhatta bulundu: “Âhıreti terk edip, dünyâya tâlib olup muhabbet edenlere, mal kazanıp zengin olmaktan başka çâre yoktur. Âhırete tâlib olan kimselere de, ölmeden önce ibâdet yaparak, dîn-i İslama hizmet ederek gayretle çalışmaktan başka çâre yoktur. Allahü teâlânın talibi olan kimselere, O’na kavuşmak arzusu içinde olanlara, mihnet, meşakkat, dert ve belâlara katlanmaktan başka çâre yoktur, İlmi taleb edenlere, ya’nî âlim olmak isteyenlere, herkesin gözünde hakîr olmak ve yalnız, kimsesiz, garip kalmaktan başka çâre yoktur. Çünkü, kim ilim öğrenmek arzusunda olursa, onun üzüntüsü çok olur. Onu rencide ederler. Her türlü derde, belâya sabretmesi lâzımdır ki, huzûra kavuşabilsin. Her kim kendini üstün görürse, onun sonu zillete düşmek olur. Hesapsız, sonunu düşünmeden malını sarfedenler, fakir olurlar. Her kim fakirliğe sabreder, kanaatkar olursa, sonunda zenginliğe ulaşır. Her kimsenin, kendisinde bulunan iki şeyin birisini öldürüp, birisini diri tutmaya çalışması lâzımdır. Öldürmesi icâb şey nefsidir. Çünkü nefsi öldürmedikçe, rahata ermek düşünülemez. Diri tutması lâzım gelen şey de, gönüldür. Çünkü gönlü ölü olanların mes’ûd ve bahtiyar olması düşünülemez.”

“Dünyâ, insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına uydurur. Neticede Cehenneme götürür.”

Âhıreti kazanmak için çalışmak lâzımdır ki, bu, insanı Cennete götürüp, Allahü teâlânın cemâlini görmekle şereflenmeye sebeb olur.”



1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1072

2) Rehber Ansiklopedisi cild 16, sh. 69

3) Nefehât-ül-üns sh. 520

4) Hadîkat-ül-evliyâ sh. 16

5) Kâmûs-ul-a’lâm cild-4, sh. 2872

6) Menâkib-ül-ârifîn cild-1, sh. 82
Kaynak : http://www.ehlisunnetbuyukleri.com

Hz. Halid Ebu Eyyub El-Ensari kimdir?


Rasûlullah'a Medine'de mihmandarlık yapan Ebû Eyyûb, Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazvelerde Rasûlullah'ın yanında İslâm cihad hareketlerine katılmıştır.

Rasûlullah'ın vefâtından sonra da bütün gazâlarda yer almıştır. Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde onunla birlikte Hâricilere karşı savaşmıştır. Hz. Ali'nin Medine'deki kaymakamı olan Ebû Eyyûb'un Halid ve Muhammed adlı iki oğlu, Umre adında bir kızı vardı.

 Rasûlullah (s.a.s.) İstanbul'un fethini ashâbına anlatıp, "İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" diye müjdelemiştir. Hicrî 52. yılda Muaviye oğlu Yezid kumandasındaki Müslümanlar İstanbul'u kuşattılar. İslâm akîdesinin dünyanın dört bir yanına yayılması husûsunda çok canlı ve diri bir gayrete sahip olan Müslümanlar İstanbul'un fethi ve İslâm devletinin sınırlarına dahil olmasını şiddetle arzuluyorlardı. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârı bu seferin hazırlanması için çok çalışmış ve sefere karşı çıkanlara öğütlerde bulunmuştu. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yaşının çok ilerlemesinden dolayı İstanbul'a yaklaştıkları bir sırada hastalanmış, Yezid'e, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet etmişti. Burada defnedilen Ebû Eyyûb Müslümanların İstanbul'da bir sembolüdür.

 Fatih, 1453 tarihinde büyük ordusiyle İstanbul önüne geldiği zaman bütün bu rivayetleri biliyor, Eba Eyyub’un kabrini bulmak istiyordu. Padişah bu isteğini hocası Ak-Şemsettin’e iletti ve Şeyh Eba Eyyup’un kabri olduğunu bildirdiği yer bir iki arşın kadar kazılınca bir beyaz mermer çıkacağını anlattı. Orası kazıldı, Ak-Şemsettin’in dediği gibi beyaz mermer meydana çıktı, mermerin üzerinde “Haza kabri Halit İbn-i Zeyd” ibaresi yazılıydı.

 Kabir bu suretle belli olunca silâhtar, padişahın emriyle kendisi tarafından yerleri değiştirilen çınar dallarının ne yapılacağını Ak-Şemsettin, dalların sonradan dikildiği yerin Eba Eyyup’un yıkandığı mevki olduğunu ifade etti ki, şimdi Eyyup türbesinin hacet penceresi karşısında etrafı demir parmaklıkla çevrilmiş olan yer bu mevkidir.

Eyüp Sultan’ın kabrinin bulunmasından sonra burada şehrin ilk külliyesi oluşturuldu ve Osmanlı Padişahları asırlar boyunca Eyüp Sultan Türbesi’nde kılıç kuşanarak Eyüp Sultan’a verdikleri önemi göstermişlerdir. detaylı bilgi için tıklayınız.Prof. Dr.İsmail Lütfi Çakan / Hadis Kaynaklarında Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî /Eyüp Sultan Sempozyumu I. cilt / Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları

7 Haziran 2015 Pazar

01.06.2015 Tarihli "Beraat Kandili Özel" Bursa Vakıf Külliyesi Sohbeti


01.06.2015 Tarihli "Beraat Kandili Özel" Bursa Vakıf Külliyesi Sohbeti

Diriliş "Ertuğrul" - Deli Demir'den Kürşad'ın Hikayesi

Türk Milletinin Dirilişini Anlatan Bu Destanı Mutlaka Dinleyin
Kür­şad, ye­din­ci asır­da, Çin esâ­re­tin­den kur­tul­mak için ayak­la­nan bir Gök­türk su­ba­yı. Kırk as­ke­riy­le bir­lik­te Çin sa­ra­yı­nı ba­sı­yor. Kırk ki­şi, bin­ler­ce Çin as­ke­riy­le sa­va­şı­yor. Bu­nu yap­mak için an­cak de­li ol­mak lâ­zım de­ğil mi? O ge­ce, hep­si top­ra­ğa dü­şü­yor. Kır­kın­da ol­ma­yan kırk yi­ğit, ölür­ken ba­ğım­sız­lık ate­şi­ni de tu­tuş­tu­ru­yor­lar. Er­tuğ­rul, na­sıl Oğuz­la­rın “Os­man­lı­” ola­rak di­ri­li­şiy­se Kür­şad da Gök­türk­le­rin di­ri­li­şi­dir.
"Kerime Yıldız'ın Kaleme Aldığı Yazının Tamamı Bu Linkte Mutlaka Okumanızı Tavsiye Ederim"

6 Haziran 2015 Cumartesi

Müceddid Mahmut Efendi Hazretlerinden (K.S.) İlim

İmamı Azam (rahmetullah aleyh) 40 sene yatsının abdesti ile sabah namazını kılmıştır. Bu ilme ibadete ne kadar büyük bir dikkattir, ne kadar büyük bir azimettir. Biz de onun mezhebindeniz biz de onun yolunda gitmeye çalışalım. Bu fırsatı bir daha bulamayız. Hazır Mevla bizi dünyaya getirdi, bunu fırsat bilelim. Bizleri doğrudan cennete veya cehenneme koyabilirdi. Lakin dünyaya uğrattı, burada imtihan ediyor, imtihanı kazanalım. Kazanamazsak çok yanlış etmiş oluruz. Çünkü bir daha yaratılmak yok. Gözümüz görüyor, aklımız işliyor, lisanımız çalışıyor ibadet etmek lazım ölünce fayda yok, yalvarsak da yapamayız.


MÜCEDDİD MAHMUD EFENDİ HAZRETLERİ (k.s.)
( k.s.); kuddise sirruhu: Allah'a onun sırrını mukaddes etsin. Veliler için kullanılır.Müceddid :
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir.

Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselâm, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. (S. Ebediyye)
Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler) buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i Kerhi, esrar bilgilerinde İmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte, Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat, hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife)

Müctehid ve müceddid ne demektir?

Sual: Müctehid ve müceddid ne demektir? Herkesçe bilinen müceddidler kimlerdir?
CEVAP
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir.

Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselâm, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. (S. Ebediyye)
Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler) buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i Kerhi, esrar bilgilerinde İmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte, Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat, hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife)
Kaynak :http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3226 

dini kısaltmalar (a.s-r.a-r.h-k.s-s.a.v.)
 
(c.c.); celle celaluhu: Cenab-ı Allah'ı i'la etmek ve yüceltmek için kullanılır. O'na mahsustur.
Celle: "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve "Celle Celâluhu" diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.
Celil: Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.
Celal: Nihâyet derecede büyüklük. Azamet.

(s.a.v.); sallallahu aleyhi ve sellem: Peygamberimize salat ve selam olsun, peygamberimize mahsus bir duadır.

(r.a.); radiyallahu anh: Allah ondan razı olsun. Sahabeler ve bazı büyük zatlar için söylenir.

( k.s.); kuddise sirruhu: Allah'a onun sırrını mukaddes etsin. Veliler için kullanılır.

(a.s.); aleyhis selam: Selam onun üzerine olsun. Peygamberlere mahsustur.

(r.h.); rahmetullahi aleyh: Allah ona rahmet etsin. Mümin ölülere denir.

Sübhanalah: Allah noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf(sıfatlanmış)tır.

Elhamdülillah: Hamd Allah'adır.

Allahü ekber: Allah en büyüktür.

Essalamü aleyküm ve rahmetulullah: Allah'ın rahmeti ve selameti üzerinize olsun.