Zikredecek kimse, temizliği her şeyin önüne alır. Zakir, elbisesini, bedeninin ve bulunduğu yeri tertemiz bulundurup, her zaman abdestli olmalıdır.
Bazı velilere göre, zikirden evvel iki rekat namaz kılmak icap eder. Eğer mürşid tarafından bu namaz tavsiye edilmiş ise, birinci rekatında Kafirun, ikinci rekatında İhlas sureleri okunur. Zikir gece yapılacaksa kılınan namazda kıratı açıktan, gündüz yapılacaksa gizli okumak suretiyle yerine getirir.
Zakir, Nakşilere göre, teverrük ederek oturur. Bu oturuş, iki diz üzerinde
oturur iken sağ ayağı sol ayağın üzerine koyarak oturmaktır. Diğer
tarikatlarda salik, namazda tahiyyatta nasıl oturuyor ise öylece oturur.
Hanımlar ise sağ yanı üzerine ,ayaklarını sol taraftan çıkararak oturur.
Kıbleye dönük olarak oturan salik, kalbinden ve kafasından bütün meşguliyetleri atarak, mütevazi bir edayla otur.
Salik bundan sonra verilen sayı kadar istiğfar eder.
Bundan
sonra zikrinin kabulü, sünnet-i seniyyeye uygun olması, son nefeste
mürşidine ve kendisine iman nasip olması ve bu yaptığı hizmetlerle
şeriatın, tarikatın ve sünneti seniyyenin kuvvet bulması için dua eder.
Dua
bittikten sonra Fatiha-i Şerif ve diğer sure-i şerifleri okuyup Resulü
Ekrem Efendimizden mürşidine kadar zincirleme gelen meşayıhın ruhlarına
hediye eder.
ÖLÜM RABITASI: Sonra gözlerini yumar. Kendisini
sanki teneşir tahtasının üzerine konulmuş, elbiseleri çıkarılmış,
yıkanmış ve kefenlenmiş ölü olarak düşünmelidir. Bazı müritler,
bedenlerinde ölü yıkayıcısının elini ve omuzlarında da kefen olduğunu
gerçekten hissederler. Daha sonra kendisini tabuta konulup kabre
getirilip yerleştirildiğini düşünmelidir. Kavmi ve diğer insanlar
ayrıldıklarında, tek başına ıssızlıkta kalıp, bütün mal ve amellerinden,
ailesinden ve dünyanın çekiciliğinden ümidi kesip, Hakk Teala’dan başka
hiçbir kimsenin kendisine faydalı olamayacağını idrak etmelidir. Ve
kendisini yaratıcının huzurunda son derece zelil ve miskin, kusurlu ve
mahcup düşünmelidir. Bu şekilde 15 dakika oyalanmalıdır.
Daha sonra mürşidi ile
içten bir bağ kurarak, Allah katında şefaatçi olması niyetiyle,
mürşidinin alnı ile yüzüne bilakis iki gözü arasına baktığını hayal
etmelidir. Çünkü mürşidin iki gözü arası, feyiz mahalidir. Eğer rüyet
ehlinden ( kalp gözüyle manevi alemleri görenlerden ise) ise mürşidinin
iki kaşı arasından kendi kalbine nur aktığını görme ile, rüyet ehlinden
değil ise kalple hissederek veya feyiz mahallinden feyiz aktığına
şüphesiz inanarak bakmalıdır. Rabıtanın ruh hazinesine( gönlün içine
)girdiğini düşünmelidir. Bu durumda da en az 15 dakika kalınmalıdır.
Zikir
esnasında ise, mürşidin mübarek yüzünün kalbinin hizasında olduğunu ve
mürşidinin kendisine baktığını düşünse, zihnin toplu bulunmasına ve
Mevla’yı unutturacak düşüncelerden uzak olmaya kolaylık olacaktır.
“Şeyhim
beni kabul ederse, Allah katında da makbul olurum ve Hakk Teala’nın
dergahından kovulmuş olsam, mürşidimin beni kabul etmesinden başka bana
kurtuluş yoktur” diye kesin olarak inanmalıdır.
BAZ- GEŞT: Rabıtadan sonra baz-geşt’tir. Baz-geşt ise:
”İlahi ente maksudi ve rızaike matlubi”
“Ey Allah’ım ! Maksudum sensin, Matlubum, senin rızandır.”
Sözünü
kemaliyle bütün dikkatini toplayarak, manasını düşünerek kalbiyle yahut
lisanıyla üç kere söylemektir. Bu sözü söylerken doğruluğu aramalıdır.
Eğer yalancılardan ise söylediğinden dolayı, mahcup ve müteessir
olmalıdır
VUKUF-İ KALBİ: Bundan sonra vukuf-i kalbi ile meşgul
olmalıdır.Vukuf-i kalbi şudur ki; Salik, duygularını toplayıp, hatır ve
hayalden geçirilen her türlü fikir, hayal ve histen kesilip tam bir
teveccühle “Allahü Ehad” sözünden murad olan Zat-ı Mukaddes Celle Şanühü
tarafından kalp ve zihninin bütünlüğü ile Allah’a yönelici olduğu
halde, bütün nazarını kalbini ortasına ve derinliğine teveccüh
ettirmesidir.Bu şekilde de en az 15 dakika oyalanır. Bu süre uzadıkça
Allah’ın rızasına yaklaşmaya ve zikredilen esmanın feyzi ile dolup
taşmaya kabiliyet hasıl olur. Vukuf-i Kalbi, Tarikat-ı aliyye’nin
rükunlarından bir rükundur. Belki esastır. Hatta her ibadette, ayakta,
otururken, yatarken, yüce olsun, aşağı olsun herhangi bir işle
uğraşırken salik Vukuf-i Kalbi’den uzak olmamalıdır.
KALP ZİKRİ:
Vukuf-i Kalbi, kalpte hakim duruma geldikten sonra, ism –i Celal (Allah)
ile zikre başlar. Zikirden maksat, zikredilen ilahi isimlerin
cereyanını kalpte duymaktır. Zikir esnasında zakir dilini üst damağa
yapıştırır, dişler üst üste gelir. Bütün azların sükuneti temin edilir.
Zikrin manasından ve kimin huzurunda, niçin bulunduğunun düşüncesinden
başka, bilumum anlayış, seziş ve iradeler cesedin dışına atılır. Salik o
esnada kendini bir boşluğa bırakır. Bundan sonra kalp, Allah ism-i
şerifinin zikrine ve zikredilen Zat-ı Ecell-i Ala’ya (yani nuruna)
daldıkça dalar.
Tesbih sağ elde, el tam kalp letaifinin üstünde(sağ memeden dört parmak aşağı) durur.
Eğer
kalp,kendinden geçse bu durumda sayı aranmaz, kalp uyandırılıp zikre
geri döndürülmez. O halin tarikat dersini çekecek kadar devam etmesi,
dersin tamam olması için yeterlidir.
Allah lafzının zorlayarak
kalbe sokulmaya çalışılması fayda vermez. 50 000 sene istemeyerek
yapılan zikirle mürid, Allah’a vasıl olamaz.
Her 100 başında ve vesvese meydana geldiğinde:
”İlahi ente maksudi ve rızaike matlubi”
Sözü
tekrar edilmelidir. Eğer vesvese gitmezse, mürşidin ayağını kalbine
koyup rabıtayı vesile kılarak böyle düşünce ile zikre devam etmelidir.
Kalbinden vesvese gidinceye kadar manasını düşünerek istiğfar edip
mürşidinin yüzünün kendi kalbine dönmüş olduğunu düşünmelidir.
Eğer
sıkıntı, usanç, gaflet, önceki unuttuklarının hatırlanması gibi haller
meydana gelirse, soğuk su ile gusül edilmelidir. Soğuk suyla almaya güç
yetiremezse sıcak suyla alır. Daha sonra içine düştüğü gafletten , Rabbi
ve mürşidi hakkında edebi terk ettiğinden ve diğer hatalarından dolayı
25 kere istiğfar eder , iki rekat tövbe namazı kılar.
Kalbe gelen yersiz düşüncelerin giderilmesi için kalbiyle çoşkulu bir şekilde haykırarak
“ ya fa’al” , “Ey çok iş gören Allah
İsminin manasını düşünerek ayn harfini uzatarak, şeddeleyerek söylemelidir.
Aynı
zamanda sesli akan bir su başında durmak, rüzgar sesi dinlemek ilaçtır
denilmiştir. Çünkü sular ile rüzgar aralıksız ve açık olarak “hu” ismini
zikrederler.
LETAİFLE
LETAİFLER ŞEMASI
Kalp letaifinin
nuru, kalpten omuzdaki kürek kemiğine doğru uzayarak çıkar. Yahut da
zikir sebebi ile kalpte titreme veya kuvvetli vuruşlar hasıl olur. Bu
nurlanma veya vuruşlardan sonra RUH letaifine zikretmek telkin olunur.
Zikir bu latifede olurken vukuf yine kalpte olur. Bu hal salikte bir
bakışla iki tarafı görmek
ve iki tarafa dikkat etmek gibidir.Ruh da hareket ve nurlanma
başlayınca, be sefer SIR latifinde zikir telkin olunur. Vukuf gene
kalptedir. Daha sonra bu latifede harekete geçerse HAFİ latifesi ile
zikir telkin olunur. Bu latifede de hareketlenme başlarsa bu defa AHFA
latifesi ile zikir telkin olunur. Daha sonra NEFİS latifesine geçilir.
Daha
sonra ceset latifesi gelir. Baştan atağa kadar bütün azalar zikreder.
Salik bu durumda vukuf-i kalbi yerine Vukuf-ı cesed’i tatbik eder.
Vücudunda bulunan kıllar ve bütün hücreler bile kalbin hizmetine ortak
olur. Bütün azalar, zikre engel durumun olmaması için dikkat kesilir.
Allah’ın rızasına ve esmanın tecelliyatına, dolayısıyla mürşidin
himmetine yönelir.
Esma ve sıfatı ilahiyyenin tecelli
tesirleri dolayısıyla gerek seğirme, gerekse titreme veya doğrudan
doğruya zikre iştirak ederek bütün ceset uyanınca, her yanı ile tek kalp
haline gelir. Bu hale ZİKR_İ SULTANİ denilir. İşte zikirde maksat
budur.
Cenab-ı Allah Cümlemizi aşkla, muhabbetle, zatına yakışır
şekilde zikretmeyi nasip etsin bu yolda gayret ve kabiliyetimizi
arttırsın İnşallah…
DUYURDUN TATTIR YA RABBİ!
kaynak:Veliler ve tarikatlarda usul( Camiul usul)- Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi(k.s.)
Risale-i Halidiyye tercümesi- Muhammed Halid
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder