-
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ
اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
﴿١٧﴾
-
ذٰلِكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ
﴿١٨﴾
﴾17﴿
﴾18﴿
İşte size lutfu! Allah inkâr edenlerin tuzaklarını hep bozmaktadır.Tefsir
Bu âyetlerin inmesine sebep olarak Bedir, Huneyn gibi birkaç savaşta Hz. Peygamber’in, yerden bir avuç çakıllı toprak alarak düşmana doğru savurması, tozun ve çakılların birçok savaşçıya isabet ederek onları saf dışı bırakması olayı zikredilmiştir (İbn Hişâm, Sîre, II, 280-281; İbn Kesîr, III, 570-572). 17. âyette öldürme fiili genel olarak müminlere, atma fiili de Resûlullah’a nisbet edilmekle birlikte her ikisini de hakikatte onların değil, Allah’ın gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Tarihte cereyan etmiş savaş, fetih, barış, şehir ve devlet kurma gibi millet ve devlet işleri anlatılırken yapan, eden olarak liderin, devlet başkanının anılması gelenekleşmiş bir anlatım biçimidir. Burada da İslâm ordusunun yaptıkları, aynı zamanda onların kumandanı olan Hz. Peygamber üzerinden anlatılmıştır. Atanın, öldürenin Allah olması ise, bu savaşta meleklerin gönderilmesi, düşmanın kalbine korku salınması, tam zamanında müslümanlara kolaylık, düşmana hareket zorluğu getiren yağmurun yağdırılması gibi mûcizeleri, olağan üstü ilâhî yardımları ifade etmektedir. Kulun irade ve gücünün bir şekilde etkili olduğu fiillerin de yaratıcısı Allah’tır; ancak bunlar için “Allah yaptı” denilmez de “Kul yaptı, verdi, öldürdü...” denir. Kulların irade ve güçlerinin dahli bulunmayan veya ilâhî müdahalenin olağan üstü olduğu durumlarda ise fiil doğrudan Allah’a izâfe edilir; bu ifade biçimi günlük dilde de yaygın olarak kullanılır.
Vahdet-i vücûd (varlığın
birliği) halini yaşayan bazı mutasavvıflarla bunu düşünce sistemlerinin
merkezine koymuş bulunan bir kısım düşünürler, açıklamakta olduğumuz
âyeti, hallerinin meşruiyetine ve iddialarının doğruluğuna delil
saymışlardır. Bize göre âyetin mânası açıktır, böyle bir delâlet söz
konusu değildir. Eğer vahdet-i vücûdcuların dediği gibi varlık âleminde
Allah’tan başkası mevcut olmayıp, var gibi görülenler O’nun, yokluk
(adem) aynasında görülmesinden (tecellî) ibaret olsaydı, baştan sona
Kur’an’da bu gerçeğe uygun açık ifadeler kullanılır, bu bilgi ve inanç
imanın birinci esası olurdu. Kur’ân-ı Kerîm’in şüpheye yer bırakmayan
açık ifadesine göre Allah, mahiyeti ve vasıfları bakımından kendine
benzemeyen, kendi aralarında da ontolojik boyutları farklı olan şuurlu
varlıklar yaratmıştır, insan nevi de bunlardan biridir. İnsanların bir
kısmı Allah’ın rızâsı çerçevesinde bir hayat yolu seçerken diğer kısmı
ya O’nu hiç tanımamış yahut da rızâsına bağlı kalmamıştır. Bu yüzdendir
ki Allah, rızâsını gözetenleri desteklemiş, onların eliyle O atmış,
ötekileri öldürmüştür. Yaratılmış ve mahiyeti farklı, hür irade sahibi
varlıklar olmaksızın Allah’ın bir tecellisinin diğerine düşman olması ve
onu öldürmesinin, yokluğun bir ayna (tecelligâh) olarak böylesine köklü
bir ayırıma sebep (illet) teşkil etmesinin anlamı yoktur veya
böylesine işlevleri olan bir şeye yokluk denemez, mahlûk denir. Peşin
hüküm, mânevî sarhoşluk ve yabancı felsefelerin etkisi ile açık
âyetleri, lafzın ve konunun uzağından yakınından geçmediği mânalara
çekmenin de mâkul ve ilmî bir dayanağı mevcut değildir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 674-675
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder