Daha önceki sayfalarda sen, insanların dümdüz ve
bembeyaz, arı ve duru bir arazinin üzerinde toplanacağını öğrenmiştin.
Buradaki bekleyişlerinin oldukça uzun bir süre olacağını, haklarında
kesin karar çıkana dek burada bekletileceklerini okumuştun. Melekler
halkalar şeklinde yedi kez olmak üzere saf halinde çevrelerini kuşatmış
bir halde bekletileceklerdir. Tüm gök melekleri saf halinde
olacaklardır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
“Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbinin emri geldiği ve melekler
saf saf dizildiği zaman her şey ortaya çıkacaktır.” (Fecr, 89/21–22)
Bir başka ayette de Allah şöyle buyuruyor: “Ruh (Cebrail) ve melekler
saf saf olup durduğu gün, Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları
konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe’,78/38)
İşte gökteki melekler diğer yaratılmışları böylece kuşatacaklardır.
Bildiğin gibi zaten gök de yok olup gidecektir. Ancak mahşer yerinde
bekleme mahallinde beklemekte olanlar esasen işledikleri amellere göre
farklı farklı konumdadırlar. İşte bu bekleme yerinde insanların dünyada
işledikleri ameller ortaya çıkacaktır, hiçbir şey hiçbir kimseye gizli
kalmaksızın meydana çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Mevla şöyle
buyuruyor:
“Gizlenenlerin ortaya döküldüğü günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı vardır.” (Tarık, 86/9–10)
Burada öncelikli olarak gündeme getirmek istediğim husus, bekleme
yerinde olan korkular olacaktır. Bundan sonra da orada insanların farklı
farklı konumlarda beklediklerini açıklamaya çalışacağım.
Ey kardeşim! Şunu unutma ki, o bekleme gününde korkulanın en başında
olacak olan şey, güneşin insanın başı üzerine bir mil mesafeye kadar
yaklaşacağıdır. Neredeyse aşırı sıcaklıktan ve hararetten ötürü insanın
beyninin fokur fokur kaynatacaktır. Nasıl kaynatmasın ki, o güneşin
ısısı yüzde yirmi milyon derece ile değerlendiriliyor.
Müslim, Mikdat’dan (ra) rivayet ediyor. Mikdat demiş ki, Allah Resulü’nden (as) şöyle buyururken dinledim:
“Kıyamet gününde güneş insanlara bir mil mesafe kalıncaya dek yaklaştırılır.”[1]
Ravi Süleym b. Amir diyor ki, ben, hadiste sözü edilen “mil” ifadesinin
kara mili mi yoksa göze süre çekilen mil mi olduğunu bilemiyorum.
Hadisin devamı şöyledir: “O günde insanlar dünyadaki amellerine göre ter
içerisinde kalacaklardır. Kiminin ter yüksekliği topuklarına kadar,
kiminin dizlerine kadar, kiminin ise ter –eliyle ağzını işaret ederek-
ta ağızlarına gem vuracak kadar ulaşır.”[2]
İşte o günde insanlardan akan ter, yetmiş arşın olarak ta yerin dibine
inecektir. Buhari ile Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu
Hureyre’nin dediğine göre Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet
gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların teri yetmiş arşın
derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına adeta gem vurur da ta
kulaklarına kadar çıkar.”[3]
İşte böyle bir sıkıntı ve azap içerisinde beklerlerken hepsi de, oradan
kurtulmak için cehennem de olsa gidecekleri yer, bir an önce buradan
ayrılıp gitmeyi isterler.
O kıyametin en büyük ve dehşet verici korkularından biri de, cehennemin
mahşer yerine getirilmiş olmasıdır. Cehennemi oraya çekip getirmek
için yetmiş bin halat bağlanmış ve her bir halatını da yetmişer bin
melek çekmektedir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O gün cehennem getirilir. İnsan yaptıklarını birer birer hatırlar.
Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! İşte o zaman insan: ‘Keşke bu
hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der. Artık o gün, Allah’ın
edeceği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.” (Fecr,
89/23–26)
İbn Mesud’dan Müslim ile Tirmizi rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki:
“O hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin halatı
vardır. Her bir halatını da çeken yetmiş bin melek vardır.”[4]
Cehennem mahşer yerine getirildiğinde öylesine bir homurdanışı ve
korkutucu bir sesi var ki, kimse dayanamaz. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor:
“Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun
öfkelenişini (müthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.” (Furkan,
25/12)
Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk, 67/7)
Cehennem ateşi bekleme yerinde olanlara yaklaştırıldığında, ateşten
bir boyun uzanır, böylece bazı insanları toparlayıp yakalar ve ateşin
içine çeker.
Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayetine göre, demiş ki, Allah Resulü
(as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde gören iki gözü, işiten iki kulağı
ve konuşan dili bulunan bir boyun ateşten dışarıya doğru uzanır ve der
ki: ‘Ben üç kişiye vekil olarak tayin olundum. Bunlardan ilki Allah ile
birlikte başka ilahlar ve putlar edinenler, ikincisi inatçı olan her
zorba ve bir de tasvir (heykel ve büst) yapanlara cezalandırmada vekil
olarak görevlendirildim.”[5]
İşte cehennemden uzanan boyun mahşer yerinde beklemekte olan bu
kimselerin üzerine uzanır, oradakilerin arasından bu üç sınıf insanı
tıpkı kuşun susam tanelerini toplayıp yuttuğu gibi onları toplayıp
yutar.
İşte mahşer yerinde bekleme alanında uzun bir bekleyişle birlikte bir
de bunlar olacaktır. Gözler belermiş, dışarı fırlamış olarak
hesaplarının sonucunu beklerler. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Resulüm! Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak,
Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir
güne erteliyor. Zalimleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz
durumda, gözleri göğe dikişmiş bir vaziyette koşarlar.” (İbrahim,
14/42–43)
O gün mahşer yerinde insanların oldukça farklı guruplara ayrılmış
olmaları, amelleri bakımından durumlarının açığa çıkması ve rezil rusvay
olmaları ise bir yanadır. Ancak Sabikun denilen ve ilk sınıfta yer
alan, mahşer yerine binitli olarak gelen bu kimselerle birtakım
müminler, bekleme yerinde o insan beynini kaynatan güneşin
sıcaklığından uzak tutulacaklardır, hatta dahası onlar Rahman olan
Allah’ın Arş’ının gölgesinde gölgeleneceklerdir. İşte ben burada sana bu
makamı kazandıracak ve buna muvaffak kılacak bazı amellerden söz
edeceğim ki, sen de yarın kıyamet gününde o Arş’ın gölgesinde yer
alanlardan olasın.
Buhari ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yüce Allah, yedi
sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Şöyle ki:
1- Adaletli devlet başkanı,
2- Rabbine kulluk ve ibadet ederek tertemiz bir hayat içerisinde gelişip büyüyen genç,
3- Kalbi mescitlere bağlı olan Müslüman,
4- Birbirlerini Allah için seven, bir araya gelmeleri de, ayrılmaları da Allah rızası için olan iki insan,
5- Güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna
‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek onu ret edip ona yaklaşmayan kişi,
6- Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli olarak sadaka veren kimse ile
7- Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken adam.”[6]
İşte kıyamet gününde herkes güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulurken
sözü edilen bu yedi sınıf insan özel muamele görecekler ve Arş’ın
altında gölgeleneceklerdir. Bunlardan kimisi de nurdan minberlere
kurulup oturacaklardır. Bunlar Allah için birbirlerini sevenlerdir.
Nitekim sahih olan kudsi hadiste bunların durumlarını yüce Allah şöyle
açıklıyor:
“Benim Celal ve azametim adına birbirlerini sevenler için kıyamet
gününde nurdan minberler kuracağım. Oysa bunların kendileri peygamber
ve şehit olmadıkları halde peygamberler ve şehitler onlara
imreneceklerdir.”
Mahşerde o bekleme yerinde bekleyenlere gelince bunlardan kimisi,
dünyada iken verdiği sadakasının gölgesinde gölgelenecektir. Sadakası
onun üzerinde bir gölge gibi duracak ve onu güneşin hararetinden
koruyacaktır. Kaldı ki bu konuda Allah Resulünden de (as) hadis
gelmiştir. İçine daldıkları terleri ise, daha önceki sayfalarda
öğrendiğin gibi o da insanların amellerine göre farklılık gösterecektir.
AMELLERİNE GÖRE İNSANLARIN DURUMU
Bir de herkesin dünyada işlediği amele göre olan durumu vardır. Bu da
herkesin amel durumuna göre orada görülecektir. Örneğin kâfirler,
gözleri kör ve yüzleri siyahlaşmış olarak geleceklerdir. Nitekim Allah
Teala şöyle buyurur:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı
olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni
niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten görür idim! der. Allah
buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları
unuttun. Bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun” (Ta-Ha, 20/124–126)
Yine Allah Teala buyuruyor: “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsra, 17/72)
İşte kâfirler bu şekilde yüzleri kapkara olacak olanlardır. Gözleri de
kördür. Evet, kâfirlerle münafıkların, ikiyüzlü insanların hali kıyamet
gününde bu olacaktır. Bir de tevbe etmeyip de asi olan bir takım
kimseler de vardır ki onların da durumlarına göre amellerinin eseri
görülecektir.
Kibir ve gurur sahibi olan, büyüklük taslayan kimselerin mahşerdeki
durumuna gelince, bunlar adeta karıncadan küçük böcekler halinde
olacaklar ve mahşer yeri halkı tarafından ayaklar altında kalacaklar ve
üzerlerinden çiğnenin geçilecektir. Böylece aşağılanıp hakarete
uğrayacaklardır. Nitekim bunlar hakkında bir hadisi şerifte şöyle
buyruluyor:
“Büyüklük taslayanlar, kıyamet gününde tıpkı küçücük böcekler gibi
ayaklar altında kalacaklar ve mahşer yerindeki insanların ayakları
altında çiğnenecekler.”[7]
Faiz yiyenler de kıyamet gününde adeta cin çarpmış gibi olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Faiz yiyenler, kabirlerinden, şeytan çarpmış kimselerin cinnet
nöbetlerinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların ‘Alım satım tıpkı
faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysaki Allah, alım satımı helal,
faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2/275)
Herhangi bir ihtiyaçları olmadığı halde sırf keyfi olarak dilenen
yüzsüzlere gelince, bunların da yüzlerinde sırf kemikten başka et
namıyla bir şey olmayacaktır. Nitekim İbn Ömer’den Buhari ve Müslim
rivayet ediyorlar. İbn Ömer diyor ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kişi insanlardan hep dilene dilene sonunda kıyamet gününde mahşer yerine yüzünde bir parça et olmaksızın çıkıp gelecektir.”[8]
Zekâtını vermeyenlere gelince, bunların mahşer yerindeki durumu,
zekâtını vermedikleri mallar ile azap göreceklerdir. Verilmeyen zekat
ister nakit türünden olsun, ister deve, sığır veya koyun türünden olsun,
bunların cezalandırılmaları da bu türden olacaklardır. İnsanlar
bekleme yerinde onların hallerine şahit olacaklardır.
Ebu Hureyre’den Buhari, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Zekâtını ödemeyen her büyük servet sahibi zengin kişi, kesin olarak
cehennem ateşinde yakılacaktır. Şöyle ki söz konusu hazineler plakalar
haline getirilir ve bu plakalarla o kimsenin iki yanları ile alnı süresi
elli bin yıl olan bir gün içerisinde, Allah kulları arasında hükmünü
verene dek, yakılır. Daha sonra da ya cennete veya cehenneme doğru
olarak kendisine yolu gösterilir.”
“Zekâtlarını vermeyen her deve sahibi de muhakkak bir şekilde o
develerin kendisini çiğnemeleri için kıyamet gününde geniş ve düz bir
alana yatırılır. Develeri olduklarından daha büyük ve iri halleriyle ön
ayaklarını yerden keserek sahibinin üzerine basmak suretiyle şahlanarak
onu çiğnerler. Sürünün en sonundaki olanı adamın üzerinden geçtikçe
sürünün başı da aynı yerden tekrar onu çiğnemeye devam eder. İşte bu
şekilde azap ve cezalandırma olayı, süresi elli bin yıl olan bir günde,
Allah kulları arasında hükmünü verinceye dek devam eder. Daha sonra o
kimseye cennet veya cehenneme doğru gideceği yolu gösterilir.”
“Yine zekâtlarını vermeyen her koyun sahibi de, koyunlarının kendisi
çiğnemesi için düz ve geniş bir alanda yüz üstü veya sırt üstü
yatırılır. Koyunlar olduklarından daha semiz ve daha güçlü bir şekilde o
kimseyi ayaklarıyla çiğnerler. İçlerinde boynuzları büyük ve aynı
zamanda aralarında hiçbir boynuzsuz koyun bulunmaksızın o kimseyi
boynuzlarıyla da toslarlar. Koyun sürüsünün en sonu o kimsenin üzerinden
çiğneyip geçerlerken, sürünün baş tarafı da yeniden azabı tekrarlamaya
devam eder. İşte bu azap da süresi elli bin yıl kadar olan bir günde,
Allah kulları arasında hükmünü verene dek sürüp gider. Sonra bu kimseye
de cennete veya cehenneme giden yolu gösterilir.”[9]
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Altın ve gümüşü yığıp da onları
Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı
müjdele! Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların
alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: ‘İşte
bu kendini için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz
şeylerin azabını tadın!’” (Tevbe, 9/34–35)
İşte bu anlattıklarımızdan Allah’a ait olan bazı haklar. Onları burada göstermiş olduk.
Bir de kula hakları vardır. Onlara karşı işlenen haksızlıklar vardır.
Kul hakkıyla mahşere gelenler o günde, kime karşı haksızlık yapmışlarsa
onu sırtlarında taşıyarak üzerinde borç yükü olduğu halde geleceklerdir.
Nitekim yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Onlar günahlarını sırtlayarak gelecekler. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!” En’am, 7/31)
Bir diğer ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim emanete, İslam
devleti malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin
günahını boynuna asılı olarak gelir.” (Ali İmran, 3/161)
Şimdi de bir diğer ayet, yüce Allah burada şöyle buyurmaktadır: “Yükü,
günahı ağır gelen kimse onu taşıması için başkasını çağırsa, bu
çağırdığı kimse akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez.”
(Fatır, 35/18)
Buhari ile Müslim Ebu Hamid Saidi’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin ederim ki, sizden her kim haksız bir şekilde birinden
bir şey alacak olursa, o kıyamet gününde o aldığı şeyi üzerinde taşımak
suretiyle Allah’ın huzuruna gelecektir. Eğer haksız bir şekilde aldığı
şey bir deve ise, adamın sırtında deve ses çıkararak, aldığı şey bir
sığır ise, adam sırtında o sığırı böğüre böğüre taşıyıp mahşer yerine
gelecektir, Eğer haksızlık ettiği şey bir koyun ise, adam sırtında koyun
meleyerek huzura gelecektir.” Allah Resulü (as) daha sonra koltuk
altlarının beyazlığı gözükene dek ellerini havaya kaldırdı ve şöyle
buyurdu: “Allah’ım! Tebliğ ettim mi?”[10]
Hatta yaptığı haksızlık bir arazi ise, bir toprak ise, kıyamet gününe
onu yedi kat toprak olarak sırtında taşıyıp huzura gelecektir.
Buhari ile Müslim Hz. Aişe annemizden rivayet ediyorlar, rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir karış yer kadar bir kimseye haksızlık ederse, kıyamet gününde o
toprak yedi kat olarak onun boynuna dolandırılmış bir halde mahşere
gelir.”[11]
HANIMLAR ARASINDA ADALET
Yine mahşer yerinde öyle kimseler görürsün ki yarı tarafına inme inmiş
gibi, yarı felçli bir haldedir. Bu gibi kimseler ise, birden fazla evli
olup eşleri arasında dünyada adalete uymayanlardır.
Sünen sahipleri Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Bir kimse iki evli olup da eşleri arasında adil davranmıyorsa,
kıyamet gününe bir tarafı çarpılmış, eğilmiş olarak gelir.”[12]
Tüm bu anlattıklarımız amelleri kötü olanlar ile alakalıdır. Bir de
dünyada iken iyi ve güzel amel işleyenler de vardır. Nasıl ki kötü amel
işlemiş olanların durumları mahşer yerinde gözler önüne serilecekse,
iyi amel işleyenlerin o güzel halleri de elbette bu kimselerin üzerinde
orada görülecektir. O toplanma ve bekleme yerinde her amelin bir
önemi, bir meziyeti vardır. Nitekim daha önceki sayfalarda geçmişti.
Allah için birbirlerini sevenlerin kıyamet gününde nurdan minberler
üzerinde, Arşın gölgesinde gölgelenecekleri anlatılmıştı. Hatta dünyada
iken verilen bir sadakanın bile orada sahibini sıcaktan koruyup onun
üzerinde gölge oluşturduğunu da öğrenmiştik. Sadaka onu hem güneşin
hararetinden ve hem de cehennem ateşinden koruyacak, bir kalkan
oluşturacaktır.
Buhari, Müslim ve Nesai Adiy b. Hatim’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Sizden her kim yarım hurma ile de olsa eğer cehennem ateşinden
korunabiliyor, bir kalkan bulabiliyorsa, hemen bunu yapsın.”[13]
NAMAZ
Namaz ve namazın tesirlerine gelince, o da şöyledir. Namaz kılanlar
mahşer yerine yüzleri, elleri ve ayakları nurdan parlar bir vaziyette
geleceklerdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin,
nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Artık
dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde
rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur açılır.” (Hadid, 57/13)
Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile
Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.
Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah
sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve
sağlarından amellerinin nurları aydınlanıp gider de, ‘ey Rabbimiz!
Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin’
derler.” (Tahrim, 66/8)
Diğer bir ayette de yüce Mevla şöyle buyuruyor: “Mümin erkeklerle mümin
kadınları, önlerinden ve sağlarından, amellerinin nurları aydınlanıp
giderken gördüğün günde, onlara: Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar
akan ve içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir, denilir. İşte büyük
kurtuluş budur.” (Hadid, 57/12)
Nitekim Peygamber’den (as) de sahih olarak gelen rivayette, Peygamber (as): “Namaz nurdur” diye buyurmuştur.[14]
Buhari, Müslim ve Nesai Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserlerinden dolayı yüzleri
nurlu, elleri ve ayakları da sekili olarak çağrılacaklardır. Artık kim
daha çok bu parlaklığını artırmak isterse, hemen durmasın bunu
yapsın.”[15]
Doğrusu bu işaret ve alametler sadece Muhammed ümmetine has olacaktır,
diğer peygamberlerin ümmetlerinde böyle bir özellik olmayacaktır.
MÜEZZİNLER
Bir de ezan okuyan müezzinlerin durumu var. Kıyamet gününde müezzinler
mahşerde bekleme yerinde boyları diğer insanlara göre en uzun olacak
olan kimselerdir. Böylece herkes onların dünyada iken müezzinlik
ettiklerini bileceklerdir.
Müslim, Muaviye’den rivayet ediyor. Muaviye demiş ki, Allah Resulü’nün
(as) şöyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet gününde müezzinler, boyları en
uzun olacak olan kimselerdir.”[16]
Senin de bildiğin gibi işte bu anlattıklarım, kıyamet gününde mahşer
yerinde hesap için bekleyenlerin durumlarıyla ilgili görülecek olan
olaylardır. Bunların tümü de sahih delilere dayanmaktadır.
HAVUZ
Nitekim kıyamet sahnelerinden kimisi de peygamberlere ait olan
havuzlardır. Herkes susuzluktan kırılacak hale gelmişken her peygamberin
ümmeti, amellerine göre kendi peygamberinin havuzunun başına
geleceklerdir. Hiç şüphesiz bu havuzlar içerisinde en büyük olanı
efendimiz, peygamberimiz Muhammed’in havuzudur. Kaldı ki yüce Allah ona
bu havuzu vaat etmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“Resulüm! Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik.” (Kevser, 108/1)
Kevser, cennette bir nehrin adıdır, buradan akan su, bu havuza dökülür.
Enes’ten Tirmizi rivayet ediyor. Enes demiş ki, Allah Resulüne (as)
“Kevser nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “O cennette bir
nehirdir. Allah onu bana verdi. Bunun suyu sütten beyaz ve baldan
tatlıdır. Burada öyle kuşlar var ki, boyunları adeta deveboynu gibidir.”
Hz. Ömer de: “Bu sözünü ettiğin kuşlar, mutlaka semiz olan kuşlardır”
diye sorunca, Allah Resulü (as) şöyle buyurur: “Bunların etlerini
yiyenler onlardan daha semizdir.”[17]
Yine Tirmizi, Semure b. Cundeb’ten rivayet ediyor. Demiş ki Allah
Resulü (as) şöyle buyurdu: “Her peygamberin bir havuzu vardır, ümmetleri
o havuzun başına gelirler. Peygamber, kendi havuzlarının başına
gelenleri dikkate alarak diğerlerine göre kendi havuzuna gelenlerin
çokluğuyla övüneceklerdir. Ben, umarım ki o gün diğer peygamberlerin
ümmetlerine göre, havuzunun başına en çok kişinin geleceği kimseler,
benim ümmetim olacaktır.”[18]
ORUÇ
Dünyada iken oruç tutanların kıyamet gününde durumları ne gelince, bu
da şöyle olacaktır. Ağızlarından adeta misk kokusu gibi koku
yayılacaktır. Ebu Hureyre’den Buhari ile Müslim rivayet ediyorlar. Demiş
ki Ebu Hureyre, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah
katında oruçlu kimsenin ağız kokusu, misk kokusundan daha güzeldir.”[19]
Ebu Zer’den Müslim ve Tirmizi rivayet ediyorlar. Diyor ki, Allah
Resulüne, “Havuzun su tasları nasıldır?” dedim. Şöyle buyurdu:
“Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onun tasları
gökteki yıldızlardan v e gezegenlerinden çok daha fazladır. Dikkatinizi
çekerim! Onlar mehtapsız ve duru bir gökteki yıldızlar gibi olan cennet
taslarıdır. Kim onlardan içerse bir daha susamaz. Cennetten iki oluk
havuzun içerisine su akıtır. Havuzun genişliği Amman ile Eyle
arasındaki mesafe uzunluğundadır. Suyu, sütten de öte beyazdır ve
baldan da tatlıdır.”[20]
Kardeşim, Allah her ikimizi de, bir daha susuzluk çekmemek üzere
Peygamberimiz Muhammed’in (as) havuzundan su içmeyi nasip kılsın. Şunu
da unutmamak gerekir ki, bu havuzdan ancak İslam şeriatına, efendimiz
Muhammed’in (as) yoluna uyanlar su içebileceklerdir. Onun dışından
hiçbir kimse buradan su içemeyecektir. Nitekim Buhari ile Müslim’in İbn
Mesud’dan rivayetlerine göre, İbn Mesud demiş ki Allah Resulü (as)
şöyle buyurdu:
“Ben havuz başına sizden önce geleceğim. Sizden kimi kişiler benim
yanıma kadar çıkıp geleceklerdir. Ben de tam onlara dönüp kendilerine
havuzdan su içirmek üzere iken, melekler hemen onları benden çekip
uzaklaştırırlar. Ben de: ‘Rabbim! Onlar benim ashabımdırlar’ derim. Bu
arada kendisine denilir ki: ‘Sen, onların enden sonra neler
yaptıklarını bilmiyorsun.’ Bunun üzerine ben de: ‘Öyleyse benden sonra
dinde değişiklik yapanlar benden uzak durun, bana yaklaşmayın’
derim.”[21]
Bu durum mahşer yerinde hesap için beklerlerken ve bu bekleyişin uzun
sürmesi, tahammül gücünün kalmaması üzerine meydana gelecektir. Senin de
bildiği gibi bu sıkıntı, bu aşırı sıcaklık ve şiddet, bir de güneşin o
yakıcı şiddeti ki bu cehennem ateşinden bir parçadır, devam ederken
henüz aralarında Allah hükmünü vermiş, hesapları bitmemiştir.
İşte böyle bir durumda iken onlar, bu defa bir an önce yaratılmışların
arasında hükmünü vermesi için Allah katında kendilerine şefaat
edebilecek, aracı olabilecek birilerini aramaya koyulurlar. Bu amaçla
önce Âdem’e (as), sonra sırasıyla Nuh’a (as), İbrahim’e (as), Musa’ya
(as) ve İsa’ya (as) gidecekler, kendileri için Allah katında şefaatçi
olmalarını isteyeceklerdir. Ancak bunların hepsi de kendilerince bir
takım mazeretler ileri sürecekler ve böyle bir şeyi yapamayacaklarını
söylerler. Netice onlardan hiçbiri böyle bir işi yapamayacağını
söylemeleri üzerine, bu işin ancak efendimiz Muhammed’in (as)
yapabileceğini öğrenmeleri üzerine, hemen efendimiz Muhammed’e (as)
gelirler. O da, “evet, bu işi ben yaparım, bu benim işimdir. Bu, yüce
Allah’ın bana vermeye söz verdiği makamı Mahmud’dur, övgüye değer en
yüce makamdır, der. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere
namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini
umabilirsin.” (İsra, 17/79)
Ebu Hureyre’den Buhari, Müslim ve daha başkaları rivayet ediyorlar.
Demiş ki: “Biz, Allah Resulü (as) ile birlikte bir davette idik. Derken
sofraya et kondu, ona bir but sunuldu. Allah Resulü (as) bunu çok
severdi. Derken bundan bir parçaya yemeye başladı ve şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde ben tüm insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bunun
neden böyle olacağını biliyor musunuz? Çünkü: Allah da bütün insanları,
öncekilerle sonrakilerin tamamını düz ve geniş bir alanda toplar. Öyle
bir alan ki, bakan biri, orada toplananların tamamını görebilecek ve
seslenen biri de oradakilerin tümüne sesini duyurabilecek bir yerdir.
Diğer taraftan güneş de tüm sıcaklığıyla onların başları üzerine
yaklaşacak. İnsanlar, tasalarından, keder ve sıkıntılarından dolayı
artık güç ve takatlerinin kalmayacağı, tahammüllerinin biteceği bir
noktaya, dayanamaz bir konuma geleceklerdir. İşte tam böyle bir anda
insanlar; başınıza gelen bu sıkıntıyı görmüyor musunuz? Siz, Rabbiniz
katında size şefaat edebilecek, aracılık yapabilecek birine bakmayacak
mısınız? Bu durum karşısında mahşer yerinde toplanmış olanlardan kimisi
kimisine; İşte atanız Âdem (as). Ona gidelim, diyecekler. Hemen doğruca
ona varacaklar ve kendisine şöyle diyecekler; Ey Âdem, sen beşerin, tüm
insanların atasısın, Allah, seni eliyle yarattı. Ruhundan sana üfledi,
meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Allah seni cennete
yerleştirdi. Rabbin katında bize şefaat etmeyecek misin? Şu anda
başımıza gelenleri, şu çektiğimiz sıkıntıyı bilmiyor musun?
Âdem’in (as) şu cevabı verir; Rabbim, bugün öyle bir şekilde
gazaplanmış ki, ne bundan önce böyle öfkelendi ve ne de bundan sonra
böyle öfkelenecek. Çünkü Allah bana bir ağacı yasakladı, ben ise ona
karşı geldim. Bugün ben ancak kendimi düşünüyorum, ben, nefsim, nefsim,
nefsim diyorum. İyisi siz benden başkasına, Nuh peygamber’e gidin, der.
Onlar da hemen Nuh’a (as) gelirler ve ona: “Sen yeryüzüne gönderilen
ilk Resulsün, Allah sana, şükreden kul adını vermiştir. Şu halimizi
görmüyor musun? Başımıza gelenleri bilmiyor musun, Rabbin katında bize
şefaatte bulunsan olmaz mı?” derler.
Nuh (as) şu cevabı verir: Rabbim bugün öylesine öfkelenmiştir ki,
ondan önce ne birisine öfkelendi, ondan sonra da öylesine birine
öfkelenmeyecektir. Kaldı ki benim kavmim aleyhinde bir bedduam olmuştu.
Ben bugün sadece kendimi düşünüyorum, vah benim halim, vay başıma
gelecek olanlara, vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına, İbrahim’e
(as) gidin. Onlar da hemen İbrahim Peygambere gelirler ve ona derler
ki:
Ey İbrahim, sen yeryüzünde Allah’ın peygamberi ve Halilisin, Rabbin
katında bizim için şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuz görmüyor
musun?
İbrahim (as) onlara şöyle der: Doğrusu Rabbim bugün öylesine
gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye böylesine gazaplanmamıştır. Oysa
ben üç kez yalan söyledim. Ben bugün kendi derdimdeyim. Vay başıma
geleceklere, vay halime ve vay nefsime! En iyisi siz benden başkasına,
Musa’ya gidin, der. Onlar da hemen Musa Peygambere gelirler ve ona
derler ki:
Ey Musa! Sen Allah’ın elçisisin, Allah seni risaletiyle ve insanlara
karşı seninle konuşmakla seni üstün kıldı. Rabbin nezdinde bize şefaatçi
ol, şu anda ne durumda olduğumuzu bilmiyor musun? Musa (as) onlara der
ki:
Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye öylesine
öfkelenmediği gibi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Oysa
ben, öldürülmesi konusunda emir almadığım halde birini öldürdüm. Şu anda
kendimi, evet kendimi düşünüyorum. Siz benden başkasına, İsa
peygambere gidin. Hemen İsa Peygambere giderler ve ona şöyle derler:
Sen Allah’ın Resulüsün ve sen Allah’ın kendisini Meryem’e ilka ettiği
kelimesi ve ondan bir ruhsun, insanlarla henüz beşikte iken konuşansın.
Şu anda içinde bulunduğumuz hali bilmiyor musun? Rabbin katında bize
şefaatçi ol. İsa (as) da onlara şöyle der:
Şüphesiz Rabbim bugün öylesine kızgındır ki, ne bundan önce birine
böylesine kızmış ve ne de bundan sonra kızacaktır. Ben bugün sadece
kendimi, evet kendimi düşünüyorum, der. Ancak İsa (as) kendisiyle
alakalı herhangi bir suçtan söz etmez. Onlara siz benden başkasına,
Muhammed’e (as) gidin, der.
Onlar da ona gelirler ve derler ki: “Ey Muhammed! (as) sen Allah’ın
resulüsün ve sen peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve
gelecek tüm günahlarını da affetmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumuzu
bilmiyor musun? Ne olar Rabbin katında bize şefaatçi ol!”
Peygamberimiz (as) diyor ki, işte bunun üzerine ben derhal Arş’ın
altına gider, hemen Rabbim için orada secdeye kapanırım, derken Rabbim
secdede bana kendisine yapılacak hamdlerin öylesine güzel olanlarını,
öylesine övgüleri ilham edecek ki, benden önce hiçbir kimseye açmadığı
bir güzelliği açacak ve ben öylece Rabbime yakaracağım. Sonra denecek
ki:
Ey Muhammed! Kaldır başını, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et,
şefaatin kabul olunacaktır. Ben de başımı kaldıracağım ve şöyle
diyeceğim:
Rabbim! Ümmetim! Rabbim! Ümmetimin hali ne olacak! diye şefaat
isteğimi dile getiririm. Bu arada şöyle denilir; ey Muhammed! Ümmetin
içerisinden hesaba çekilmeyecek olanları al, onları cennetin
kapılarından olan sağ kapısından içeri sok. Aslında bu kimseler cennetin
diğer kapılarından oradan girecek olanlarla gir hakkını elde etmiş
olanlardır.
Daha sonra Peygamber (as) şöyle devam etti: “Varlığım elinde olan
Allah’a yemin ederim ki, cennetin kapı kanatlarından ikisi arasındaki
mesafe Mekke ile Himyer arası veya Mekke ile Busra arası kadardır.”[22]
İşte bu, Allah’ın Resulü Muhammed’e (as) vermeyi vaat ettiği Makamı
Mahmud, en yüce makamdır. İnsanların önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e
(as) gelmeyip de diğer peygamberlere teker teker uğramalarının sebebi,
Kıyamet gününde Peygamberimizin faziletini ve diğer peygamberler olan
üstünlüğünü ortaya koymak içindir.
Sevgili kardeşim ola ki senin aklına şöyle bir soru gelebilir,
diyebilirsin ki, acaba kıyamet gününde hiç hesaba çekilmeden doğrudan
cennete girecek olanlar kimlerdir? Bunlar ne gibi bir amel işlediler de
bu dereceye ulaşabildiler?
Ey kardeşim! Onlar her şeyden önce üzerlerine düşeni yerine getirdikten
sonra Allah’a tevekkül eden ve işlerinin sonucunu Allah’a havale eden
kimselerdir.
İbn Abbas’tan (ra) Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. Peygamber (as)
anlatmış. Kıyamet gününde yüce Allah, onun ümmetinden yetmiş bin kişiyi
hiç hesaba çekmeden doğrudan cennete koyacağını vaat etmiştir. Bu arada
her yetmiş bin kişiyle birlikte –bir rivayete göre de her bir kişiyle
beraber- yetmiş bin kişi daha yer alacaktır. Bunlar cennete hesapsız
olarak gireceklerdir. Bunlar Rabbimin avucuyla üç avuç olacaklardır.
(Yani sayısız kimseler cennete hesaba çekilmeden gireceklerdir.)”
Bunların kimler olduğu sorulunca Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Bunların kendileri efsun ve büyü yapmazlar, başkalarına da yaptırmak
istemezler. Teşeum etmeyenler (yani uğursuzluğa inanmayan, şomluğu kabul
etmeyenler) ve bir de Rablerine dayanıp tevekkül edenlerdir.”[23]
Önceki sayfalardan da öğrendiğin gibi, insanlar üç sınıf idiler.
Bunlardan ilki Sabikun diye anılıyorlardı ki, işte cennete hesapsız
olarak girecek olanlar bunlardır. İkinci sınıf veya gurupta yer alanlar
ise sağcılardır ki bunlar; kitapları sağ tarafından verilecek
olanlardır. Bunlar da mümin kimselerdir. Bunlardan sora gelen sınıf
veya gurup ise solcular olup, defterleri sol tarafından verilecek olan
kimselerdir. Bunlar da kâfirler ile münafıklardır. Nitekim daha önce bu
bilgileri edinmiştin.
Daha sonra mahşer yerinde bulunanların Hz. Muhammed’in (as) şefaati
sonucu hesaplarının görülmeye karar verilmesiyle, oradakilerin hesapları
çarçabuk görülecektir, çünkü Allah, hesabı en çabuk görendir.
i
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Müslim, Cennet, h: 2864
[2] Bak önceki kaynak. Tirmizi kıyamet, 6.
[3] Buhari, Rikak, 47. Müslim, Cennet, 61.
[4] Müslim, Cennet, 2842/29. Tirmizi, Cehennem, 1.
[5] Tirmizi, Cehennemin sıfatı bahsi, h: 2574 (2700)
[6] Buhari, Ezan, 36; Zekat, 16; Hudud, 19; Rikak, 24. Müslim, Zekat, 91. Tirmizi, Zühd, 53. Nesai, Kudat, 2
[7] Tirmizi, Kıyametin Sıfatı bahsi, h: 2492. Tirmizi, bu Hasen Sahih bir hadistir, demiştir.
[8] Müslim, Zekât, h: 104
[9] Müslim, Zekât, 987/26. Buhari, cihad, 48.
[10] Müslim, İmaret, h: 26–27.
[11] Buhari, Mezalim, 3/170-171
[12] Tirmizi, Nikâh, h:1141. Ebu Davud, nikâh, h:2131
[13] Müslim, Zekât, h: 1016
[14] Süyuti, Camiussağir eserinde (5180) bu hadisi, “Namaz müminin
nurudur” diye zikretmiştir. Hadisi Kudai ve İbn Asakir tahricetmişler.
Bak Feydul Kadir, 4/246. Amiri de Şihab şerhinde “bu hadisi sahihtir”
demiştir.
[15] Müslim, Taharet, 246/34
[16] Müslim, Salât, 387
[17] Tirmizi, Cennet, h: 2542/2665
[18] Tirmizi, Kıyamet, h: 2442
[19] Buhari, Savm, 3/331
[20] Müslim, Fezail, h:2300/36
[21] Müslim, Fedail, 2297/32
[22] Buhari, Tefsir, İsra suresi, h:233
[23] Müslim, İman, h, 371, 372/218. İbn Mace, Zühd, bap, 34. h:4286
KULLAR ARASINDA HESABIN
GÖRÜLMESİ
Yaratılmışlar arasında hesabın görülmesi ve yargının sonuçlanmasına
Allah’ın izin vermesiyle, bu konuda ilk hesaba çağrılacak olanlar
peygamberlerdir. Peygamberlere, aldıkları görevin gereğini yapıp
yapmadıkları, vazifelerini yerine getirip getirmedikleri sorulacaktır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de sorguya çekeceğiz.” (Araf, 7/6)
Peygamberler, biz, Rabbimizden aldığımız mesajları kendi kavimlerimize
ilettik, ancak onlar bizi yalanladırlar –ki Allah zaten bu gerçeği
bilmektedir- diye haber verdiklerinde, hemen ümmetler hesaba çekilmek
üzere çağrılır. Bu konuda davet olunacak ilk ümmet de Peygamberimizin
(as) ümmeti olacaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.” (Hicr, 15/92–93)
Mümin olan kişi inancını açıklayacak, inkârcı kâfir de inkârını,
münafıkların da ikiyüzlülüğünü ortaya koyacaktır. İşte diğer ümmetler de
bu şekilde hesaba çekileceklerdir. Allah katında Genel anlamdaki bu
hesap görme ve arz olayından sonra bu defa insanların işledikleri
ameller konusunda yapıp ettiklerinin tartışılması ve hesapların
görülmesi için birer birer hesaba çekileceklerdir. Nitekim yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir. Sonra onların sorguya çekilmesi de bize aittir.” (Ğaşiye, 88/25–26)
Ebu Hureyre’den (ra) Tirmizi rivayet ediyor, Ebu Hureyre demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar hesap görmek üzere üç defa huzura, mahkemeye
çıkarılırlar. Bunlardan iki tanesi karşılıkla tartışma ve mazeretler
ileri sürme gibi bahanelerle geçecektir. İşte bu sırada amel defterleri
ellerde dağıtılır, kimisi defterini sağ tarafından alırken, kimisi de
sol tarafından alacaklardır.”[1]
İşte ümmetler hesapları görülmek üzere böylece Allah’ın huzuruna arz
olunurlar. İnsanların hesapları amelleri doğrultusunda oldukça farklı
farklı olacaktır. Bunlardan kiminin hesabı gayet kolay geçecek, kiminin
hesabı oldukça zor geçecek, kimisinin hesabı gizli olarak görülecek ve
kimisinin de hesabı açıktan görülecektir. Kimisi Allah’ın dilemesiyle
mağfiret olunacak, kimisi ise, Allah’ın dilemesiyle azap görecektir.
Çünkü Allah her şeye kadirdir, her şeye gücü yetendir.
Kıyamet gününde ilk defa hesabı görülecek olan varlıklar hayvanlar
arasında görülecektir. Onların hesaplarının bitiminden sonra,
kendilerine “Toprak oluverin” denilecek ve onlar da hemen toprak
olacaklardır. Kâfirler hayvanların bu durumunu gördüklerinde
hayıflanarak: “Keşke biz de toprak oluverseydik” diyeceklerdir. Yani
keşke bizler de insan değil de hayvanlar olsaydık, mutlaka biz de toprak
olup kurtulurduk, anlamında söyleyecekler. Nitekim Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
“gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.” (Nebe, 78/40)
Ebu Hureyre’den Müslim ve Tirmizi rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki; Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde mutlaka haklar hak sahiplerine ödenecektir. Öyle ki
boynuzlu olan koyundan boynuzsuz koyunun hakkı, öcü alınacaktır.”[2]
Hayvanların kıyamet gününde diriltilmesi, mahşer yerine
getirilmesindeki hikmet ve incelik bazı kimselere azap olsun içidir.
Çünkü senin de bilip öğrendiğin gibi sahipleri onlardan gereken zekâtı
vermemiştir. O hayvanları sahibinden haksız bir şekilde almıştır.
Böylece bu hayvanları onların sırtına yükleyerek ve onlara taşıtarak
mahşer yerine getirecektir. Yine de en iyisini yüce Allah bilir.
Kullar arasında ilk sorgulaması yapılacak olanlar, kan davasıdır.
Buhari, Müslim ve başkaları İbn Mesud’dan (ra) rivayet ediyorlar. İbn
Mesud demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar arasında ilk başta bakılacak olan dava, kan davasıdır.”[3]
Öyle ki öldürülen kimse, kendisini öldürmüş olan kimsenin yakasına
yapışarak der ki: “Rabbim! Beni öldüren bu adamdan hakkımı al.”
Kulun hesaba çekileceği amellerin ilki ve en başta geleni namazdır.
Eğer namazını istenilen manada kılmış ve kabul edilmiş ise, gerçekten
kurtulur ve felaha ulaşır. Eğer namazdan geçer not almaz ise, namazı da
kabul edilmemişse, eli boş döner ve hüsrana uğrar.
Tirmizi ve Nesai Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulünden (as) şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet gününde kulun ameli bakımından hesaba çekileceği ilk ameli
nanmazıdır. Eğer namazını tüm esaslarına göre kılıp eda etmişse, felah
bulur ve kurtuluşa erer. Eğer namazını gereği gibi yerine getirmemişse,
kılmamışsa, geçer not almamışsa, boşa çıkar ve hüsrana uğrar. Eğer farz
namazlarından bir eksikliği varsa, rahmet ve bereketi bol olan yüce
Allah buyurur ki: ‘Hele bir araştırın bakalım, bu kulumun hiç nafile
namazı yok mudur? Böylece bulunan nafile namazı ile eksiği tamamlanır.
Daha sonra diğer amellere gelir. Şüphesiz Allah kulunu hesaba çeker ve
ona dört şeyden hesap sorar; Ömründen, ilminden, malından ve
bedeninden dolayı hesaba çeker.”[4]
Tirmizi Ebu Berze’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Berze diyor ki: “Allah
Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde kul, dört şeyden hesaba
çekilmedikçe hesap yerinden ayrılamaz. Ömrünü nerelerde çürüttü, diye
ömründen, ne gibi bir işledi, diye amelinden, nereden kazandı ve nereye
harcadı diye malından ve bedeninin nerelerde çürüttü, diye bedeninden
sorguya çekilecektir.”[5]
Allah her kuluna bu dört şeyi soracak ve onları bundan dolayı yargılayacaktır.
Ey kardeşim! Bir düşün hele. Kıyamet gününde bekleme yerinde Allah’ın
huzurunda hesap vermektesin. Rabbin sana ömründen, hayatından soru
sormaktadır. Şu anda her geçen dakika ve saniyeler senin aleyhinde
geçip gitmektedir ve sen bu ömürden ötürü sorgulanacaksın. Bunu bir
düşün! Sen bu ömrünü Allah’a itaat yolunda mı geçirdin, yoksa ona isyan
ile mi?
Allah’ın san öğrettiği ilimden ve bilgiden ötürü de hesaba
çekileceksin, kısaca dinin ve dünyan ile alakalı olarak her ne
öğrendiysen bütün bunlardan hesaba çekileceksin. Çünkü tüm bu
öğrendiklerin ilim adı altında değerlendirilecektir. Acaba sen
öğrendiklerinin gereğini olumlu manada yerine getirdin mi, yoksa olumsuz
manada mı uyguladın, ilminle amel ettin mi, etmedin mi?
Toplayıp biriktirdiğin ve sonra da harcadığın malından da hesaba
çekileceksin. Sen bu malı nereden kazandın, helal olarak mı kazandın,
yoksa haramdan mı elde ettin? Bunu nerelere harcadın, Allah yolunda mı,
yoksa Allah’a isyan yolunda mı? Kısaca kazandığın her bir kuruş ve her
bir paranın hesabını vereceksin, bunlardan ötürü sorgulanacaksın. Bu
kazancının kaynağı ne idi ve nelere harcandın, diye sorulacaktır.
Sonra bedeninden, Allah’ın sana bahşeylediği göz, kulak, konuşma ve
akıl gibi duyu organlarından ve benzeri şeylerden sorgulanacaktır. Yani
bu şeyleri Allah’ın rızasını kazanma yolunda mı, yoksa Allah’a masiyet
uğrunda mı çürüttü, diye sorulacaktır.
O halde sorulara cevap hazırla! Çünkü seni hesaba çeken zat, her şeyi
biliyor, görüp gözetliyor. Hesaba çekecek olan o yüce zat, her şeyden
haberdardır. Ona hiçbir gizli şey asla gizli kalmaz. Allah gözlerin
haince bakışını da bilir, sinelerde saklı ve gizli olarak tutulanı da
bilir. Nitekim Peygamberimiz (as) şöyle buyuruyor:
“Hak eskimez, kaybolmaz, yapılanlar unutulmaz, Allah asla ölmez.
İstediğin gibi amel işle, neye layıksan, onunla cezalandırılırsın.”[6]
RİYAKÂRLARIN HESABA ÇEKİLMELERİ
Ey kardeşim! Şimdi de sana riyakâr yani münafık, ,ikiyüzlü kimselerin
nasıl bir hesap ile karşı karşıya olduklarını göstereyim. Çünkü bunlar
yaptıkları işleri ya da amelleri Allah için değil başkası için
yapıyorlardı. Bunun nedeni, insanların niyetlerine ve amellerine göre
hesaba çekilecekleri gerçeğinin ortaya çıkması içindir. Çünkü yüce
Allah, ancak samimi olarak ihlâs ile yapılan ve kendisinin rızası murat
olunan ibadetleri kabul eder.
Müslim, Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz kıyamet gününde ilk defa hakkında hüküm verilecek,
yargılanacak olan kimse, şehit düşen bir kimse olacaktır. Bu kimse
huzura getirilir. Allah Teala ona verdiği nimetlerini hatırlatır, o da o
nimetleri hatırlar, bunları elde ettiğini itirafta bulunur. Yüce Allah
ona:
— Sen, söyle bakalım bu nimetlere karşılık nasıl bir amel işledin, diye
buyurur. O kimse de, bunları elde edebilmek için şehit düşene dek,
senin yolunda cihad ettim, savaştım, der. Yüce Allah ona: Yalan
söylüyorsun. Çünkü sen, “Sana ne babayiğit ve kahraman bir kimse imiş”
desinler diye savaştın, nitekim o beklediğin de denildi, diye buyurur.
Daha sonra emir verilir de o kimse yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa da
ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş olan kimse huzura getirilir.
Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. Bu kimse de söz konusu
nimetleri hatırlar ve o kimse de verilen nimetleri itiraf eder. Yüce
Allah kendisine:
— Söyle bakalım, sen, bu nimetlere karşı ne yaptın? diye sorar. O kulu da şöyle cevap verir:
— Bununla ilim öğrendim, öğrendiğini öğrettim ve senin rızanı kazanmak
için Kur’an okudum. Yüce Allah onun bu cevabına karşılık şöyle buyurur:
— Sen yalan söylüyorsun. Çünkü sen, sana “âlim” desinler diye ilim
öğrendin, “ne güzel Kur’an okuyor” desinler diye Kur’an okudun. Nitekim
bu istediklerinde senin hakkında söylendi. Daha sonra emir verilir ve bu
kimse yüzüstü cehenneme atılır.
Bundan sonra da yüce Allah’ın kendisine her türlü mal ve imkân
sağladığı, verdiği bir kimse getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri
kendisine hatırlatır. Bu kimse de onları hatırlar ve itirafta bulunur.
Yüce Allah ona da:
— Söyle o halde, sen verdiğim bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye
buyurur. O kişi de, verilmesini istediğin, hoşnut kaldığın hiçbir hizmet
yolundan onları esirgemedim, harcadım. Bunu da sırf senin rızanı ve
hoşnutluğunu elde etmek için yaptım ve harcadım, der. Yüce Allah ona da
— Sen yalan söylüyorsun. Oysaki sen, tüm yaptıklarını, “bu adam ne
kadar cömert bir imiş” desinler diye yaptın. Kaldı ki bu da senin
hakkında söylendi, diye buyurur. Sonra emir verilir ve bu kimse de
yüzüstü cehenneme atılır.”[7]
Bir rivayete göre de bu sayılanlar, kıyamet gününde kendileriyle
cehennem ateşinin tutuşturulacağı Allah’ın yarattığı kullarından ilk
kimseler olacaktır.
Diğer taraftan kıyamet gününde hesaba çekilecek olanlar iki
kısımdırlar. Bunlardan ilk kısma girenler işledikleri günahlarından
dolayı tevbe edip, pişmanlık duyarak hakka dönenlerdir, diğer bir kısmı
ise, ölünceye kadar masiyetlerinde, günah işlemekte ısrarcı
olanlardır. Bunların her ikisini de işledikleri amelleri sebebiyle yüce
Allah hesaba çekecektir. Bunlardan tevbe edenler ve Allah’ın kendilerini
mağfiret buyurmasını dilediği kimseler var ya, işte bu durumdakileri
yüce Allah dilerse bağışlar, dilerse onları azap eder. Çünkü Allah çok
mağfiret eden ve pek merhamet edendir. Allah bu durumda olanları o gün
hesaba çeker ve fakat yaptıklarını deşifre edip ifşa etmez, onları Allah
kendisine yaklaştırır ve hatalarını mahşer halkından gizler. Onların
günahlarını onlara gösterir ve onlar da yaptıklarını itirafta
bulunurlar, daha sonra da Allah onları mağfiret buyurur ve bağışlar.
Çünkü Allah Teala ikramı ve fazlı büyük olandır. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
“Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra
böylece doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.” (Ta Ha, 20/82)
Buhari ve Müslim İbn Ömer’den (ra) rivayet ediyorlar. İbn Ömer diyor ki, ben Allah Resulünden (as) şöyle buyurduğunu dinledim:
“Kıyamet gününde mümin Aziz ve Celil olan Rabbine yaklaşacak, öyle ki
Allah onun üzerine affını indirecek ve ona işlediği günahlarını ikrar
ettirecektir. Yüce Allah o kuluna: ‘Sen filan günahını biliyor ve itiraf
ediyor musun?’ diye sorar. Bunun üzerine kulu da: ‘İtiraf ediyorum
Rabbim! Evet, Rabbim!’ diyecektir. Bunun üzerine yüce Allah: ‘Ben de
dünyada senin yaptıklarını gizledim, bugün de seni bağışlıyorum. Bundan
sonra artık o kimseye yaptığı iyiliklerinin sahifesi verilir. Ancak
diğer gurup olan kâfirlerle münafıklara gelince, onlara, mahşerdeki
toplanmış olan insanların huzurunda seslenilir ve; işte bunlar var ya,
bunlar Rableri adına yalan söyleyenlerdir. Allah’ın laneti zalimler
üzerine olsun!”[8]
Bu durum aslında bir daha dönmemek üzere işlediği günaha samimi olarak
içtenlikle tevbe edenler içindir -ki buna Nasuh tevbesi denir-. Allah
bunların günahlarını bağışlar. İşlediği günahları, azalarıyla
yaptıklarını unutturur, hatta Kiramen kâtip meleklerinin bu kimsenin
ameline ilişkin yazdığı kötü amellerini de meleklere unutturur. Hatta
işlenen bu günahlar, o kişinin kesin olarak ödemek niyetinde olduğu
halde kul hakkıyla alakalı günahları da olsa, ödeyemeden ölmesi
durumunda Allah bu kimseyi bağışlayacaktır. Dolayısıyla yüce Allah
kıyamet gününde o hak sahiplerine de onların haklarını fazlasıyla
karşılayacak ikramda bulunur ve o hasımları, hak sahiplerinin rızasını
alarak affettiği kimselere karşı aralarında memnunluk oluşturur,
davalarından vazgeçmelerini sağlar.
Ahmed b. Hanbel, Buhari ve daha başkaları Ebu Hureyre’den (ra) rivayet
ediyorlar. Rivayete göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Kim, tekrar ödemek üzere insanların mallarını alırsa, Allah da ona
ödeme imkânını verir. Kim de başkalarından aldığı malı, ödememek, telef
etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu yok eder, telef eder.”[9]
Peygamberimizden (as) rivayet olunan bir hadise göre, şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimden iki kişi, Aziz olan Rabbimin önünde diz
çökerler. Bunlardan bir der ki: Rabbim! Kardeşimden benim hakkımı al.
Yüce Allah, peki ne istiyorsun, buyurur. O da, bana onun iyilik ve
güzelliklerinden, iyi amellerinden ver, der. Allah, ya adamın iyi
amelleri yoksa ne yapacaksın? diye buyurur. Adam, benim üzerimdeki
günahları al, ona üzerine at, der. Allah bu kuluna; ey kulum, gözünü
şöyle bir kaldır da bak, buyurur. Adam baktığında ne görsün gümüşten
inşa olunmuş muazzam bir şehir. Hemen hayretler içerisinde adam, ey
Rabbim! Bu şehir hangi peygambere veya hangi şehide aittir, diye sorar.
Allah, bu şehir, bana bunun değerini ödeyene ait olacaktır, buyurur.
Kul, Rabbim! Kim bunun parasını sana ödeme gücüne sahip olabilir ki?
der. Allah, ey kulum, sen buna güç yetirebilirsin, buyurur. Kul, ey
Rabbim! Peki ya bunun karşılığında benden ne istiyorsun, diye sorar.
Yüce Allah, bu kardeşinde olan hakkından vazgeçmendir, affetmendir
buyurur. O kul da, Rabbim, ben kardeşimi affettim, der. Yüce Allah,
öyleyse kardeşinin elinden tut birlikte her ikinizde cennete girin,
buyurur. İşte bu sırada Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: Allah’ın emir
ve yasaklarına dikkat ederek, gerekeni yaparak Allah’ın azabından
kendinizi koruyun. Kardeşlerinizin arasını bulun, çünkü Allah kıyamet
gününde kullarının arasını bulup barıştıracaktır.”[10]
İşte kıyamet gününde yüce kimi kullarını, sırf onlara ikram olunsun,
onun bir fazlı olsun diye bu şekilde affolunacaklardır. Çünkü Allah’ın
mümin kullarına karşı, ikramı ve fazlı bol olandır.
Kâfirler, münafıklar ile suçlulara gelince, işte bunlar, Allah’ın
kendilerine azap etmeyi dilediği kimselerdir. Çünkü her şeyden münezzeh
olan Allah, hesapları konusunda onlarla tartışacak ve onları mahşer
toplumu içerisinde çok ağır bir hesap ile rezil edecektir. Nitekim Allah
Teala şöyle buyuruyor:
“Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49) “Ve ben kullara asla zulmedici değilim.” (Kaf, 50/29)
Buhari, Müslim ve başkaları Hz. Aişe annemizden rivayet ediyorlar. Hz.
Aişe demiş ki; Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kim hesaba çekilirse,
azap olunur.”[11]
Bu anlattıklarımızdan eğer biri Allah’ın huzuruna getirilirse,
bunlardan kafir olanlar, herhangi bir inkara kaçmaksızın açıkça inkarcı
olduğunu söyler, ancak münafık olan kişi ise, yaptıklarını inkara
kalkışır ve mazeret ileri sürer. Sanır ki, görünürde kendisini inanmış
gibi göstermesi ona yarar sağlayacak, oysa bunun ona bir yararı
olmayacaktır. Hatta yine zanneder ki dünyada sırf çıkar amacıyla
işlediği amelleri ona bir fayda sağlayacak, oysa bu da onun sandığı gibi
olmayacaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“O gün Allah onların hepsini diriltecek, onlar da dünyada size yemin
ettikleri gibi, Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey, bir
hakikat üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten
yalancıdırlar.” (Mücadele, 58/18)
Allah, onların küçük olsun, büyük olsun ne gibi bir amel işlemişlerse
hepsini onlara ikrar ettirir. Kaldı ki Allah Teala şöyle buyuruyor:
“O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine
haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise
unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.” (Mücadele, 58/6)
Kulun amelinden bir şeyi inkâra kalkışması veya mazeret ileri sürmesi
durumunda, Allah Teala o kimsenin tüm vücut organlarına emir vererek
onların tanıklıkta bulunmalarını isteyecektir.
Kaynak : Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder