SABRIN FAZİLETİ
“Ey iman edenler! Zorluklara ve sıkıntılara
sabırla katlanın ve birbirinizle bu sabırda yarışın, cihad için
hazırlıklı ve uyanık bulunun ve yolunuzu Allah ve kitabıyla bulun ki,
kurtuluşa erebilesiniz.” (3 Âl i İmrân 200)
“Muhakkak ki, ölüm
tehlikesiyle, korku ve açlıkla, mal, can ve ürünlerin eksiltilmesiyle
sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredip sebat ve dayanıklılık
gösterenlere iyi haberler müjdele.” (2 Bakara 155)
“Her türlü güçlüklere göğüs gerenlere mükafatları tartılmaksızın, ölçülmeksizin, hesapsızca bol bol verilir.” (39 Zümer 10)
“Kim eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de, intikam almayıp
affetme yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer
işlerdendir.” (42 Şûrâ 43)
“Ey iman edenler! Sarsılmaz bir sabır
ve namaza sarılarak Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak
sabredenlerle beraberdir.” (2 Bakara 153)
“Andolsun ki içinizde
Allah yolunda cihat edenlerle ve sıkıntılara karşı göğüs erenleri
belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihandan
geçireceğiz.” (47 Muhammed 31)
25: Ebû Mâlik Hâris ibn Âsım el
Eş’arî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Temizlik yani her
türlü günah ve pisliklerden arınmak; imanın yarısıdır. Elhamdülillah
demek mizanı doldurur, Sübhanallah ve Elhamdülillah sözleri ise yerler
ve gökler arasını doldurur, namaz bir nurdur, sadaka bir bürhan, sabır
aydınlıktır. Kur’ân senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes
sabahleyin işine gücüne çıkar kendisini satar ya kazanır ya da kaybeder
(yani kişi Allaha emirlerini yerine getirmekle nefsini Allaha satarak
kazanır , yada kendi nefsinin sefasına uyup Allahın emirlerini çiğneyip
kendisni şeytana satarak kaybeder).” (Müslim, tahâra 1)
26: Ebû
Saîd Sa’d ibn Sinân el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet
edildiğine göre ensardan bir kısmı Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’ den bir şeyler istediler O da verdi, tekrar istediler yine
verdi, sonunda yanındaki mal bitti. Elindeki olan herşeyi verdikten
sonra onlara şöyle dedi: “Yanımda mal olsaydı sizden esirgemezdim, kim
istemekten çekinir iffetli davranırsa Allah onun iffetini artırır, kim
tokgözlü olmak isterse Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır,
kim sabretmeye gayret ederse Allah ona sabır verir, hiçbir kimseye
sabırdan daha geniş ve hayırlı birşey verilmemiştir.” (Buhârî, Zekat 50;
Müslim, Zekat 126)
27: Ebû Yahyâ Suheyb ibn Sinân (Allah Ondan
razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumuna gerçekten hayret edilir.
Zira her durumu onun için hayır sebebidir, bu özellik sadece mü’minlerde
bulunur. Çünkü sevinecek olsa şükreder bu onun için hayırdır, başına
bir bela gelse sabreder bu da onun için bir hayırdır.” (Müslim, Zühd 64)
28: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet
olunmuştur: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in hastalığı
ağırlaşıp sıkıntılar kendisini daraltınca Fâtıma (Allah Ondan razı
olsun) : Vah babacığım sıkıntın ne kadar da büyük dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Bu günden sonra baban için
artık sıkıntı yoktur.” buyurdu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
vefat edince Hz. Fâtıma: Vah babacığım Allah’ın çağrısına icabet etti…
Gideceği yer Firdevs Cenneti olan babacığım… Vah ölüm haberini Cebrâil
ile paylaşacağımız babacığım vah… Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) defnedilince Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) çevresindekilere
şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in üzerine toprak
atmaya gönlünüz nasıl razı oldu? (Buharî, Meğazî 83)
29:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in azatlısı, dostu ve dostunun
oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme ibn Zeyd ibn Hârise (Allah Onlardan razı
olsun)’den nakledildiğine göre şöyle söyledi: Kızı Zeynep Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’e: Oğlum ölmek üzeredir bize kadar lütfen
geliniz diye haber gönderdi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’de
selam gönderdi ve: “Veren de alan da Allah’tır, O’nun katında herşeyin
belli bir vakti vardır, sabretsin ecrini Allah’tan beklesin.”
buyurdular. Bunun üzerine kızı Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem)’e and veriyorum mutlaka gelsin diye tekrar haber gönderdi. Bu
sefer Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yanında Sa’d ibn Ubâde,
Muâz ibn Cebel, Übeyy ibn Ka’b, Zeyd ibn Sâbit ve başka bazı sahabilerle
beraber kalkıp kızına gitti. Çocuğu Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem)’e verdiler. Onu kucağına aldı canı çıkmak üzere çırpınıp
duruyordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in gözlerinden yaşlar
boşandı. Durumu gören Sa’d ibn Ubâde bu ne haldir ya Rasûlallah? diye
sordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Bu Allah’ın
kullarının kalbine koyduğu acıma duygusudur” buyurdu.
Diğer bir
rivayette: “Bu Allah’ın öyle bir rahmetidir ki; onu kullarından
dilediğinin kalbine yerleştirir. Zaten Allah kullarından merhametli
olanlara rahmet eder.” buyurdular. (Buhârî, Ce nâiz 33; Müslim, Cenâiz
9).
30: Suheyb (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine
göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden evvelkiler içinde bir padişah bir de onun sihirbazı vardı.
Sihirbaz ihtiyarlayınca padişaha: Ben ihtiyarladım bana bir genç
delikanlı gönder, ona sihirbazlığı öğreteyim dedi. Padişah da ona genç
birini gönderdi.
Bu gencin gelip gideceği yol üzerinde bir rahip
bulunuyordu, genç ona uğradı, yanında oturdu, konuşmalarını dinledi
hoşuna gitti. Böylece sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve onun
yanında bir süre kalırdı. Sihirbazın yanına geldiğinde sihirbaz niçin
geç kaldın diye kızar ve delikanlıyı döverdi.
Delikanlı durumu
rahibe aktarınca o da şöyle akıl verdi; Sihirbazdan korktuğunda evden
alıkoydular, ailenden çekindiğinde de sihirbaz alıkoydu dersin.
Durum böyle devam edip giderken delikanlı günün birinde insanların
yolunu kesen büyük bir hayvana rastladı. Bunun üzerine sihirbazın mı
yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim diyerek,
eline bir taş aldı ve dedi ki: Ey Allah’ım rahibin işlerini sihirbazın
işlerinden daha çok seviyorsan şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına
devam etsinler dedi. taşı atıp hayvanı öldürdü halk da geçip gitti. Daha
sonra delikanlı rahibe gelip olayı anlattı. Rahip ona: Delikanlı şimdi
artık sen benden daha üstünsün, zira sen bu gördüğün dereceye
ulaşmışsın. Muhakkak sen yakında imtihan edileceksin. Böyle birşey
olursa benim bulunduğum yeri kimseye söyleme dedi.
Delikanlı
böylece doğuştan körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır
ve diğer hastalıkları da tedavi ederdi. Padişahın kör olan bir yakını
bunu duydu, bir çok hediye ile delikanlının yanına gitti ve: Eğer beni
hastalığımdan iyi edersen bu hediyeleri sana veririm dedi. Delikanlı da:
Ben şifa veremem şifayı ancak Allah verir, eğer sen Allah’a inanırsan
ben de O’na dua ederim O da sana şifa verir dedi.
Adam iman etti, Allah ona şifa verdi, adam eskiden olduğu gibi padişahın yanına gelip toplantıdaki yerini aldı.
Padişah: Senin gözünü kim iyi etti ? diye sordu. O da Rabbim iyi etti
deyince bu defa padişah senin benden başka Rabbin mi var? dedi. O adam:
Benim de senin de Rabbin Allah’tır dedi. Bunun üzerine padişah o adamı
tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi.
Sonunda adam gencin yerini söyledi. Genç getirildi, padişah ona: Oğlum
demek ki senin sihrin körleri ve ala tenlileri iyi edecek dereceye
geldi. Pek çok işler yapıyormuşsun öyle mi? diye sordu. Delikanlı da:
Hayır ben kimseye şifa veremem şifa veren Allah’tır dedi.
Padişah
delikanlıyı da tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona da
işkence ettirdi. Hemen rahip getirildi, dininden dön denildi, o da bu
işe yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip rahibin başını
ortasından ikiye ayırdı ve her parçası bir yana düştü.
Sonra
padişahın meclis arkadaşı getirildi, ona da dininden dön denildi o da
kabul etmedi, padişah onun da başına bir testere koyarak onu da ikiye
ayırdı. Sonra delikanlı getirildi, dininden dön denildi, fakat delikanlı
direndi, padişah delikanlıyı adamlarından bir guruba teslim edip onlara
şöyle dedi:
Bunu filan dağın en üst zirvesine götürün dininden dönerse ne hoş değilse dağın tepesinden atınız.
Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar, delikanlı: Allah’ım
istediğin bir şekilde bunlardab beni kurtar dedi. Dağ sarsıldı onlar da
yuvarlandılar, delikanlı yürüyerek padişahın yanına geldi. Padişah ona:
Arkadaşların ne oldu? dedi. Delikanlı: Allah beni onlardan kurtardı
dedi. Bunun üzerine padişah adamlarından başka bir guruba delikanlıyı
teslim ederek: Bunu Karkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına
götürün, dininden dönerse ne ala değilse denize atın dedi.
Delikanlıyı alıp götürdüler. O da Allah’ım istediğin bir şekilde beni
bunların elinden kurtar diye dua etti. Gemi alabora oldu, onlar
boğuldular delikanlı yürüyerek padişahın yanına geldi. Padişah
arkadaşların ne oldu? dedi. Delikanlı da Allah beni onların elinden
kurtardı dedi ve şunu ilave etti:
Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldüremezsin. Padişah: Nedir o? deyince delikanlı şöyle dedi:
Halkı geniş bir meydana topla, beni de bir hurma kütüğüne bağla sonra
ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına koy, sonra: “Delikanlının
Rabbi olan Allah adıyle” diyerek oku at. Böyle yaparsan beni
öldürebilirsin dedi.
Bunun üzerine padişah halkı geniş bir
meydana topladı, delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı, sonra delikanlının
ok torbasından bir ok aldı, yayına yerleştirdi: “Delikanlının Rabbi olan
Allah adıyla” deyip oku fırlattı, ok delikanlının şakağına rastladı,
delikanlı elini şakağına koydu ve ruhunu teslim etti. Bunun üzerine tüm
halk: “Biz delikanlının Rabbine iman ettik” dediler.
Durum
padişaha iletilerek: Korktuğun şey başına geldi ve halk iman etti
dediler. Bunun üzerine padişah sokak başlarına büyük hendekler
kazılmasını emretti ve hendekler ateşlerle dolduruldu. Padişah: Yeni
dinden dönmeyen kimseleri hendeğe atınız yada atın dedi.
Bu işler
böylece yapıldı gitti. Nihayet kucağında çocuğuyla bir kadın getirildi.
Kadın ateşe girmekte biraz durakladı. Çocuk annesine:
Anneciğim sabret, dirençli ol, çünkü sen hak din üzeresin diyerek annesini cesaretlendirdi. (Müslim, Zühd 73)
31: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir mezarın başında
bağırarak ağlamakta olan bir kadının yanından geçmişti ve ona:
“Allah’tan kork ve sabret” buyurdu. Kadın: Geç git, çünkü benim başıma
gelen senin başına gelmemiştir dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem)’i tanıyamamıştı. Kendisine O’nun Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber (sallallahu
aleyhi vesellem)’in kapısına geldi, kapıda kapıcılar bulunmadığını gördü
ve: Ben sizi tanıyamamıştım dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) de: “Asıl sabır felaketin ilk anında olanıdır” buyurdular.
Müslimin rivayet ettiği başka bir rivayette : Ölen çocuğun özerine
ağlıyordu. (Buhârî, Cenâiz 32; Müslim, Cenâiz 14)
32: Ebû Hureyre
(Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah: Mü’min kulumun
dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman, o kimse sabredip mükafatını
benden beklerse karşılığı cennettir.” buyurdu. (Buhârî, Rikak 6)
33 Aişe (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre: Aişe
anamız Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e tâûn hastalığından
sormuştu da O da şöyle cevap vermişti: “Tâûn hastalığı; Allah’ın
dilediği kimseleri bu hastalıkla cezalandırdığı bir azap şekliydi. Allah
onu mü’minlere rahmet kıldı. Bu sebeble tâûna yakalanan bir kul
sabredip mükafatını Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde başına Allah’ın
yazdığından başka hiç birşey gelmeyeceğini bilerek oturup dışarı
çıkmazsa kendisine şehid sevabı verilir.” (Buhârî, tıbb 31)
34:
Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun) Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’in şöyle buyurduğunu işittim demiştir: “Allah’ü teâlâ
buyuruyor ki: Kulumu gözlerinden mahrum ederek imtihan ettiğim zaman
sabrederse, gözlerinin karşılığı ona cenneti veririm.” (Buhârî, Merda 7)
35: Atâ ibn Ebî Rebâh (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Abdullah ibn Abbas (Allah Onlardan razı olsun) bana: Sana
cennetlik bir kadını göstereyim mi? dedi. Ben de evet göster dedim. İbn
Abbas (Allah Ondan razı olsun) şöyle dedi: İşte şu siyah kadındır ki, bu
kadın Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e geldi ve: Beni sara
hastalığı yakalıyor ve üstüm başım açılıyor, iyileşmem için Allah’a dua
ediniz dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Eğer sabredeyim
dersen sana cennet vardır, ama yine de sen istersen sana şifa vermesi
için Allah’a dua ederim” buyurdu. Bunun üzerine kadın: O halde ben
hastalığıma sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın
açılmaması için dua ediniz dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) ona dua etti de sara nöbeti geldiğinde bir daha üstü başı
açılmadı. (Buhârî, Merda 6; Müslim, Birr 54)
36: Ebû Abdurrahman
Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle der: Şimdi ben
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzüne bakıp görür gibiyim.
O, peygamberlerden bir peygamberi hikaye ediyordu ki; kavmi tarafından
dövülüp yüzü kanlar içerisinde bırakılmış, fakat o, yüzündeki hem kanı
silmeye çalışıyor, hemde: Ey Rabbim! Kavmimi yaptıklarından bağışla
çünkü onlar onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyordu. (Buhârî, Enbiyâ
54;
37: Ebû Saîd ve Ebû Hureyre (Allah Onlardan razı olsun)’den
rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurdu: “Herhangi bir müslümanın başına gelen yorgunluk, hastalık,
tasa, keder, sıkıntı ve gamdan ayağına batan dikene kadar her şeyi Allah
müslümanın hata ve günahlarının bağışlanmasına sebeb kılar.” (Buhârî,
Merda 1; Müslim, Birr 49)
38: Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan
razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in
huzuruna vardım, şiddetli sıtmaya yakalanmıştı. Ey Allah’ın Rasûl’ü
sıtma nöbetinden dolayı çok şiddetli zahmet çekiyorsun dedim.
“Evet
sizden iki kişinin çekebileceği kadar ızdırap çekiyorum” buyurdu. Bundan
dolayı size iki kat ecir var mıdır? dedim. “Evet öyledir. Bir
müslümanın vücuduna batan bir dikenden en ağırına kadar hiç bir musibet
yoktur ki; Allah bu sebeble onun kusurlarını örtmüş ve günahlarını
bağışlamış olmasın. Ağacın yapraklarının döküldüğü gibi o müslümanın
günahları da öylece dökülür.” (Buhârî, Merda 13 Müslim, Birr 45)
39: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah hayırını
dilediği bir kimseyi günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek
için onu sıkıntıya sokar” (Buhârî, Merda 1)
40: Enes ibn Mâlik
(Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Başına gelen bir musibetten
dolayı hiçbir kimse ölmeyi istemesin. Mutlaka böyle bir şey temenni
etmek zorunda kalırsa; Allah’ım benim için yaşamak hayırlıysa beni
yaşat, ölmek hayırlıysa beni öldür desin.” (Buhârî, Merda 19; Müslim,
Zikir 10)
41: Ebû Abdullah Habbâb ibn Eret (Allah Ondan razı
olsun) şöyle demiştir: Hırkasını yastık ederek dayamış Kâbe’nin
gölgesinde istirahat ederken, biz Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’e müşriklerden çektiğimiz sıkıntılardan dolayı şikayette
bulunduk. Bizler için Allah’tan yardım dilemiyecek misiniz, bizim için
dua etmeyecek misiniz? dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de
şöyle buyurdular: “Önceki toplumlardan bir mü’min yakalanır, yerde bir
çukur kazılır ve onu çukura gömerler, sonra bir testere getirilir ve
başından aşağı testereyle ikiye ayrılır, vücudu demir taraklarla etinin
altındaki kemiği ve siniri taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu
dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini yeryüzüne
hakim kılacaktır. Öylesine hakim kılacak ki, tek başına bir atlı
San’adan Hadramevt’e kadar selametle gidecek, Allah’tan ve koyunlarına
zarar verecek kurttan başka hiç bir şeyden korkmayacaktır. Ne var ki siz
acele ediyorsunuz.” Buhârî’nin başka bir rivayetinde: Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem) hırkasına bürünmüştü, bizler de
müşriklerden çok işkence görüyorduk şeklindedir. (Buhârî, Menâkıb 25)
42: Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Huneyn
savaşından gelen ganimetleri taksim ederken Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) bazı kimselere diğerlerinden fazla hisse vermişti.
Akra’ ibn Hâbis’e yüz deve, Uyeyne ibn Hısn’a da bir o kadar, bazı
arapların ileri gelenlerine de taksimde farklı hediyeler vererek onları
bölüşmede üstün tuttu. Bunun üzerine bir kişi: Vallahi bu paylaştırmada
ne adalet ne de Allah rızası gözetilmiştir dedi. Ben de: Vallahi bunu
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e söyleyeceğim dedim. Yanına
gidip adamın söylediklerini haber verdim. Bunun üzerine Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem)’in rengi kıpkırmızı kesildi, sonra da şöyle
cevap verdi. “Allah ve Rasûlü adalet yapmazsa kim yapar” sonra şöyle
buyurdu: “Allah Musa (a.s.)’a rahmet etsin. O bundan daha ağır sözlerle
eziyete uğradı da sabretti” buyurdu. Ben de kendi kendime vallahi bundan
sonra O’na hiçbir haberi iletmiyeceğim dedim. (Buhârî, Edeb 53)
43 Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah iyiliğini
istediği kulun cezasını dünyada verir, fenalığını istediği kulun
cezasını da kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye dünyada vermez.”
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) devamla buyurdu ki:
“Mükafatın büyüklüğü bela ve musibetin büyüklüğüne göredir. Allah
sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelen bela ve musibetlere
razı olursa Allah ondan hoşnut olur. Bir kimse başına gelen bela ve
musibetleri öfke ile karşılarsa o da Allah’ın gazabına uğrar.” (Tirmîzî,
Zühd 57)
44: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun) şöyle
demiştir: Ebû Talha’nın oğlu hasta idi. Ebû Talha dışarıya çıkınca çocuk
vefat etti. Eve döndüğünde: Oğlum nasıl oldu? diye sordu. Çocuğun
annesi Ümmü Süleym: O şimdi rahata kavuştu dedi. Akşam yemeğini
hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedikten sonra hanımıyla yatıp
ilişkide bulundu, daha sonra hanımı: Çocuğu defnediniz dedi. Ebû Talha
sabahleyin Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanına gitti ve
olup biteni anlattı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Bu
gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu Ebû Talha: Evet dedi. Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem) de: “Allah’ım doğacak bu çocuğu ikisinede
mübarek kıl” diye dua etti. Zamanı gelince Ümmü Süleym bir erkek çocuk
doğurdu. Ebû Talha bana: Çocuğu al Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem)’e götür dedi ve onunla biraz hurma gönderdi. Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem): “Çocuğun yanında birşey var mı?” dedi.
Annesi de evet birkaç hurma var dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) hurmaları ağzına alıp çiğnedi, sonra çıkarıp çocuğun ağzına
koydu ve damağını hafifçe ovdu ve Abdullah ismini verdi. (Buhârî, Cenâiz
42; Müslim, Edeb 23)
Buhârînin değişik bir rivayetine göre
Süfyân ibn Uyeyne şöyle diyor: Ensardan bir adam (bu çiftleşmeden)
doğmuş olan Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüm. Hepsi Kur’ân okuyorlardı
dedi. (Buhârî, Cenâiz 42)
Müslimin rivayetinde ise; Ebû
Talha’nın Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym ev
halkına Ebû Talha’ya oğlunun öldüğünü siz haber vermeyin ben söyleyeyim
dedi. Sonra Ebû Talha eve geldi Ümmü Süleym Akşam yemeğini getirdi. Ebû
Talha yemeğini yedi ve içti, yemekten sonra Ümmü Süleym Ebû Talha daha
öncekinden daha güzel şekilde süslendi. O da hanımıyla yatıp ilişkide
bulundu. Ümmü Süleym kocasının karnını doyurup, cinsel yönden de onu
tatmin ettikten sonra: Ey Ebû Talha bir toplum bir aileye bir emanet
verse sonra da o emanetleri isteseler, ev halkının onu vermemeye hakkı
olur mu? Ebû Talha: Hayır vermemezlik edemezler dedi. Bunun üzerine Ümmü
Süleym dedi ki: O halde oğlunu geri alınmış bir emanet bilerek
Allah’tan sevap bekle dedi. Ebû Talha kızarak şöyle dedi: Cünüp olup
kirleninceye kadar beni oyaladın sonra da oğlumun ölüm haberini
bildirdin dedi. Hemen kalkıp Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in
huzuruna geldi ve olup bitenleri anlattı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem): “Allah gecenizi hayırlı ve bereketli kılsın” dedi. Ümmü
Süleym hamile kaldı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir seferde
iken Ümmü Süleym de kocasıyla birlikte Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) ile beraberdi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
seferden döndüğünde geceleyin Medine’ye girmezdi. Ordu Medine’ye
yaklaştığında Ümmü Süleym’i doğum sancısı tuttu. Ebû Talha hanımıyla
meşgul olmaya başladı Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de yoluna
devam etti. Enes anlatıyor. Ebû Talha şöyle dedi: Rabbim biliyorsun ki;
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber Medine’den çıkıp
yine O’nunla beraber Medine’ye girmekten hoşlanırım. Fakat bu sefer şu
sebebden dolayı geri kaldım dedi. Bu esnada kadın kocasına eskisi kadar
sancım yok yürüyelim dedi. Enes der ki: Biz de yürüdük Medine’ye
vardıklarında kadını yeniden sancı tuttu ve bir oğlan çocuğu doğurdu.
Annem bana: Ey Enes çocuğu sabahleyin Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’e götürünceye kadar onu hiç kimse emzirmesin dedi. Enes, sabah
olunca çocuğu Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e götürdüm dedi
ve hadisin tamamını anlattı. (Müslim, Fedâilü’s Sahâbe 107)
45:
Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Güçlü kimse
insanları güreşte yenen kimse değil, öfkelendiği zaman kendine hâkim
olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106)
46:
Süleyman ibn Surâd (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Günün
birinde Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile oturuyorduk. İki kişi
birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve
şah damarları şişmişti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle demişti: “Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi Rahmetten
kovulmuş, taşlanmış şeytandan Allah’a sığınırım derse üzerindeki bu
kızgınlık hali geçer. Bunun üzerine Ashab bu adama Peygamber (sallallahu
aleyhi vesellem): ”Şeytandan Allaha sığınsın” buyurdu, dediler.
(Buhârî, Bed’ül Halk 11; Müslim, Birr 109)
47: Muâz ibn Enes
(Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Gereğini yapmaya gücü
yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah kıyamet günü herkesin gözü
önünde çağırır, huriler arasında dilediğini seçmekte serbest bırakır.”
(Ebû Davûd, Edeb 3; tirmîzî, Birr 74)
48: Ebû Hureyre (Allah
Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’e gelerek bana öğüt ver dedi. Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem) da: “Kızma” buyurdu. Adam isteğini bir kaç
sefer tekrarladı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de her
defasında “Kızma” buyurdu. (Buhârî, Edeb 76)
49: Ebû Hureyre
(Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Erkek olsun kadın olsun her
mü’min kimsenin kendisine, çocuğuna ve malına devamlı olarak bela ve
musibet iner. Kişi bütün bunlara sabredip tahammül gösterirse günahsız
olarak Allah’a kavuşur.” (tirmîzî, Zühd 57)
50: Abdullah ibn
Abbâs (Allah Onlardan razı olsun) şöyle dedi: Uyeyne ibn Hısn Medine’ye
geldi yeğeni Hurr ibn Kays’a misafir oldu. Hurr Hz. Ömer’in yakın
dostlarındandı. Zaten genç olsun yaşlı olsun Kurra ehli (Kur’ân’a her
yönüyle vâkıf olan alimler) Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı.
Bu sebeple Uyeyne yeğeni Hurr ibn Kays’a: Yeğenim senin devlet başkanı
yanında önemli bir yerin vardır, beni kendisiyle görüştür dedi. Hurr da
Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne Hz. Ömer’in yanına girince: Ey Hattab
oğlu Allah’a yemin ederim ki bize fazla birşey vermiyor ve aramızda
adaletle hükmetmiyorsun dedi. Hz. Ömer hiddetlenip Uyeyne’ye ceza vermek
istedi. Bunun üzerine Hurr: Ey mü’minlerin emiri Allah peygamberine:
“Affetmeyi seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan yüz çevir.” (7
A’râf 199) buyurdu. Benim amcam da cahillerdendir dedi.
Allah’a
yemin ederim ki Hurr bu ayeti okuyunca Ömer Uyeyne’yi cezalandırmaktan
vazgeçti. Zaten Ömer Allah’ın ayetlerini görünce daha ileri gitmez,
dikkatli davranır ve dururdu. (Buhârî, İ’tisâm 2).
51: Abdullah
ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Şüphesiz benden sonra adam
kayırmalar ve hoşunuza gitmeyen bazı şeyler meydana gelecektir” buyurdu.
Ashab: Ey Allah’ın Rasûl’ü o zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersin
dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Üzerinizdeki hakkı
görevi yerine getirir, kendi haklarınızın yerine getirilmesini Allah’tan
dilersiniz” buyurdu. (Buhârî, Fiten 2; Müslim, İmâra 45)
52: Ebû
Yahyâ Useyd ibn Hudayr (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine
göre Ensardan biri: Ey Allah’ın Rasûl’ü falan kimseyi (zekat memuru veya
bir beldeye vali) tayin ettiğiniz gibi beni de tayin etmez misiniz?
dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Şüphesiz sizler
(benden sonra dünya işlerinizde) başkalarının sie tercih edildiği adam
kayırma olaylarıyla karşılaşacaksınız, bunlara sabredin ki havuz başında
benimle buluşasınız.” (Buhârî, Fiten 2; Müslim, İmâra 48)
53:
Ebû İbrahim Abdullah ibn Ebû Evfâ (Allah Onlardan razı olsun)’den
rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) düşmanla
karşılaştığı savaş günlerinden birinde güneş tepe noktasından batıya
meyledinceye kadar bekledi sonra kalktı ve: “Ey insanlar düşmanla
karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet dileyiniz, fakat düşmanla
karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki; cennet kılıçların gölgesi
altındadır.” buyurdu ve şöyle devam etti: “Ey kitabı indiren, bulutları
gökyüzünde gezdiren, İslâm’a karşı olan düşman ordularını darmadağın
eden Allah’ım şu düşmanları perişan eyle ve onlara karşı bize yardım
et.” (Buhârî, Cihad 112; Müslim, Cihad 20).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder